Dosya 2

-2-

 

   7 Temmuz 1980 İstanbul , Cerrahpaşa Tıp Fakültesi

''Çok uyudun Ken.Uyuyarak unutamazsın.İyi olabilirdin, kötü olmayı seçtin!''

Uyanır uyanmaz içimdeki huzursuz ses hemen faaliyete başlamıştı.

Gözlerimi açtığımda nerede olduğumu anlamaya çalıştım.Kımıldanmaya çalıştım.İnce iki hortumun burnumdan ve ağzımdan uzanarak yukarda asılı bir şişeye takılı olduğunu gördüm.Üstümde beyaz bir çarşaf vardı ve belime kadar çıplaktım.

-Nihayet, dedi bir ses. Ayağa kalktı ve görebildiğim bir açıya geçti sesin sahibi.Beyaz bir etek ve beyaz bir gömlek giymiş güzel bir hemşireydi.

-Günlerdir gözlerini açmanı bekledim burda, dedi tatlı bir sesle.

'Keşke ölseydin Ken .Bu tatlı sesi duymayı hakkedecek bir şey yapmadın.'

Gözlerime baktı, gülümsedi.Kahverengi bukleleri beyaz alnına dağılmıştı.İnce ama biçimli bir yüzü ve yanaklarında kocaman gamzeleri vardı.ışıkta bazen mavi bazen yeşil bazen de başka bir renge dönüşen gözlerine gülümsedim.Daha da kocamanlaştı gamzeleri.

-Benim adım Elif.Sanırım bir hafta daha beraber olacağız.

İyi olalım.Ama ben neden buradayım?Ne zaman geldim, kjim getirdi?Neler oldu?Ve bugün hangi gün?

Sorular soruları kovaladı.İçimdeki sesin fesatlığı olmasa adımı bile hatırlamayacaktım nerdeyse.

-Şimdi gitmem gerekiyor,birazdan tekrar geleceğim. Doktora uyandığını söylemem gerekiyor, dedi.El salladı ve gitti.

İyi bir insan görmeyeli ve iyiye dair bir şeyler olmayalı baya bir zaman geçmiş olmalıydı.

''Güzel kız , değil mi Ken?Ama sen güzellikten ne anlarsın. Sen serçe öldürmekten başka ne işe yararsın?Ha unutuyordum nerdeyse , bir de korkaksın.''

Sese susması için yalvarabilirdim ama susmasa daha mı iyi olacaktı acaba?Belki , benim unuttuğum bir kaç şeyi ses sayesinde hatırlayabilecektim.

Kaldığım odada iki yatak daha vardı.Pencere kenarındaki yatakta genç bir adam yatıyordu.Gözleri morarmış ve şişmişti.Kesiklerle dolu yüzü , kabuk tutmuş yaralarla dolu boynu..Alçıya alınmış bacağı yataktan sarkma sınırındaydı...Aralık dudağının kenarından sızan ince kan şeridi , yaralarının sadece görünenden ibaret olmadığını gösteriyordu.Esmer,ince yapılı bir adamdı.

Ortadaki yatakta ise benden birkaç yaş büyük bir erkek çocuğu yatıyordu.Çocuğun sırtı bana dönüktü ve yüzünü göremiyordum. Kımıldanınca çarşaf beline doğru kaydı ve sırtındaki yaraların derinliği beni ürküttü.Oyulmuş gibiydi eti.Kalçasının üstündeki çarşaf kıvrımında kurumuş kan lekeleri vardı.

Işık odaya dolmaya başlamıştı ve gün galiba yeni başlıyordu.

Niçin burdayım,burası neresi?Beynim uğulduyordu.

Elif hemşireyle birlikte iki polis odaya girdi.Gözlerimi hemen kapattım.Midemde başlayan bulantıyı bastırmaya çalıştım.İçimden ' Beni almaya gelmemiş olsunlar, Allah'ım ne olur?'

Elif sessizdi.Bir fırsatını bulup Elif'ün yüzüne bakabildim. Az önceki gülümsemeden ve ışıldayan gözlerden eser yoktu.Polislere öfkeli bakışını yakaladım.Bu çok hoşuma gitti.

-Bizim devrimciler uyuyor hala, diyerek sırıttı polislerden genç olanı.

-Yeniden ölmeleri için uyumaları gerekiyor dostum, dedi diğeri. Şark çıbanı izi taşıyan yağlı parlak yüzünü dolabın üstünde yedek bırakılan çarşafla sildi.Burnunu da temizlemeyi ihmal etmedi.

- Kemal Abi, alemsin ya. Şu fıstığın yanında yapma bari.

Elif'in kapıdan hızla süzülüp dışarı çıktığını duydum. Kımıldanmamak için elimden geleni yaptım.Belki de uyanmamı bekliyorlardı.Beni alıp götürecekler ve bir serçe öldürmenin hesabını beni vurarak ödeteceklerdi.

Polislerden biri - genç ve kumral saçlı olan- , yanımdaki yatakta yatan hastaya baktı.Yüzünde mahrem bir çizginin genişlediğini gördüm.Ürperdim.Gözlerini ergenliğe yeni geçmiş olan çocuğun üstündeki çarşafta gezdirdi.Kurumuş kan lekelerine baktı. Arkadaşını dürttü.Ve kıkırdamaya başladılar.

- Bizimkiler copu olur olmaz her yerde kullanıyorlar vala, dedi.Kahkahalarla güldüler.

-Hele bir uyansın. Tatili sona ersin.Kıçı alışmıştır , cop almadan duramaz.

Güldüler.

Çocuğun başına neler geldiğini anlamıştım. Bunu anlamam için bir zaman önce - günlerden neydi, kaç gün önceydi- gördüklerim yeterliydi.

-Hakkariliymış çıtır olan. En psikopat Kürt memleketi.Onunla özel ilgilen ..

Sonra göz kırptı , dudağını büzüp alt dudağını ısırdı.

-Anladın değil mi?

Kahkahalarla güldüler.

Aklıma bir an gelen bir şüpheyle aklım duracak gibi oldu. Tanrım?!Yoksa ?! Yavaşça elimi çarşafın altından kalçalarıma götürdüm ve mıncıklayarak yokladım. Şükür, ağrı veya sızı yoktu. Polisler çıkar çıkmaz çarşafımda kan izi olup olmadığına da bakacaktım.

''Korkak Ken, iyi olabilirdin, kötü olanı seçtin.Bu kez doğru yapmayı dene.Sadece sen yaşamıyorsun.'

Elif ve kır saçlı bir doktor içeri girince gülmeyi kestiler.Korkutucu olmalıydılar.Tüm korkaklar gibi cesur ve bir şeyden korkmaz rolünü üstlendiler.Ses tonları değişti ve daha 'erkek' oldular.

- Doktor, amirimiz bunların bir an önce alınmasını bekliyor.

Doktor yan tarafımdaki iki yatağa baktı.Elif'le kısa bir bakışmaları oldu.

-Üzgünüm, dedi. Hala baygın ,yatıyorlar.Onların bu şekilde gönderilmesine izin veremem.

Polislerden biri-genç ve kumral olanı- , doktorun yakasına yapıştı. Onu omuzlarından sarstı.Elif kısa bir çığlık attı. Doktor oan sakin ol anlamında bir işaret yaptı eliyle.

-Sen amirimi tanımıyorsun doktor..Tanımanı hiç tavsiye de etmem.

-İzin veremem dedim. Bu onları öldürmek demek.Bu şekilde çıkartırsanız bir kaç saate ölebilirler.

-Sen ne sanıyorsun ki, bunlar Kürt , doktor.Onları bal kaymakla besleyeceğimizi düşünmüyorsun ,değil mi?

Az önceki gibi gülmeye başladılar. Doktor, kolunu polisten kurtardı.

-Bakın, ben insanların milliyetiyle ırkıyla ilgilenmem.Benim işim buraya kim gelirse gelsin ilgilenmek.

Şark çıbanı izi taşıyan yüzünü kaşıdı polis.Doktora alaycı ve küçümseyerek baktı.:

- Hümanist doktorumuz bizim..Bir kürt'ün yaşama hakkı olduğunu bile söyleyebilecek kadar da her şeyden habersiz.

Belindeki tabancasını okşadı.Elif'in gözleri büyüdü.

-Bu hastaneye kapanmak seni gerçeklerden uzaklaştırmış doktor..Hangi günleri yaşadığını unutma.Seni şu an öldürüp 'Bir devlet haini vurduk ' diye raporlara geçirebilirim.Hatta alıp götürebilirim seni..İstediğim yere hem de!

 

-Sizinle tartışmaya giremem.Ben bu hastaların bu şekilde çıkartılmasına onay vermiyorum, bu kadar.Amirinize aynen böyle söyleyin.

''Ken, işte cesaret budur.Bazen ölüm şah damarın kadar yakınında olur.Ama bu senin kötü olmanı ve bir başkasını yakmanı gerektirmez.''

Polis, kısık gözlerle doktora baktı.Bu sefer gülmüyordu.Karşısında kendisinden korkmayan biri vardı.Ve bu onun için çok onur kırıcıydı.Bu onun felaketiydi.Egemen olmanın tüm ihtişamına sahipken biri karşısında ona başkaldırıyordu.

Doktor, öylece kalmıştı .Ne bakışlarını kaçırıyor, ne de bir harekette bulunuyordu.Yüzünü tam göremediğime içerlendim.Ölüme yakın bir insanın yüzünde neler görülür ,merak etmiştim.

Polis tabancasını çıkardı, doktora yaklaştı.

-Lütfen yapmayın, dedi Elif.O çok iyi bir insan.

-Kes sesini lan, senin yerine doktor yalvarsın.

Durumu anlamıştım.Gücünü deneme gösterisiydi bu.Doktoru yalvartmak ve amacına ulaşmak. Bu an, hafızasında kirli bir hatıra olarak kalmamalıydı.Silahsız ve ufak tefek kır saçlı bir doktorun ona kafa tutması yer almamalıydı geçmişinde.Polis yaklaştıkça doktorun geri çekilmesini bekliyordu.Fakat doktor hiç kımıldamadan sadece bakıyordu.

-Yapmayın, durun!

Tanrım!Bunu söyleyen bendim.Serumu elimle çekip almış ve sesimin çıkabilen kadarını kullanmıştım.

''Seni kutlayacak değilim Ken.Bir serçe vardı, hatırlıyor musun?Bahçedeki otların arasında neşeyle ötüyordu.Avuç içi kadardı ve ateşe düşen bir su damlası kadar savunmasızdı.Şeytanda bile merhamet uyandıracak bir saflığı vardı.Şeytanı utandırdın ken.Tüm kötülüklerin anası olan şeytan senden utandı,kaçtı''

Sus, kahrolasıca ses!Bari şimdi sus.Birazdan kesin öleceğim.Ve son dileğim susmandan başka bir şey olmayacak.

Doktor, Elif ve iki polis..Üstüme dikilmiş sekiz göz adeta yüzümü oyuyordu.Kimsenin beklemediği ve her şeyi altüst eden kırık haykırışım.

Polis doktorun yanından geçti,bana doğru yaklaşıyordu.

'Tanrım, bari ben ölmeden neden burda olduğumu, babama ne olduğu..babam?Babam nerde?Ona ne oldu?''

-Bu da kim?Bu bacaksız küstah da kim?

Elif ve doktor anında polisin önünde dikildi.Bana gelmesini engellemeye çalıştılar. Oysa polisin yüzündeki gerilme çözülmüştü.Hiç de kötü sayılmayacak bir şekilde gülümsüyordu.Şu yaşıma kadar bir şey öğrendiysem ve insan yüzünden geleceği okuyabildiysem bu da şu an bu polisin bana zarar vermeyeceğiydi.

-Polis Bey, o, Hanfendi'nin çocuğu...Selma Hanım'ın.

Doktor hemen yanıma geldi, serum hortumunu ağzıma soktu:

-Hayatını tehlikeye atacak şeyler yapma oğlum, dedi doktor. Bu serumun ne zaman çıkacağına sadece biz karar veririz.

Yanılmıyorsam az önce annemin adını duymuştum. Ve polisler annemin adını duyduklarında irkilmişlerdi.Bu gariplik şu anda babamın nerde olduğundan ve nasıl olduğundan daha can yakıcıydı.

Polislerden biri - genç ve kumral olanı-, yastığıma kolunu dayadı, saçlarımı okşadı:

-Selma Hanım'ın oğlu..Memnun oldum.Cesaretini çok beğendim.

Diğer polis , kapıya yöneldi ve yanımdaki polisi bekledi.Tam çıkacakken döndü ve doktora şöyle dedi:

- Seninle hesabımız bitmedi.Devlete karşı geldiğini unutma doktor.Amirim bundan hiç hoşlanmayacak.

Yanımdaki polisin de doktora söyleyecekleri vardı:

- Şu iki devrimci Kürt'ü mümkün olduğunca çabuk ayağa kaldır.Yoksa burdan iki değil üç kurban alıp götürürüz.

'Üç' derken gösterdiği ben değildim. İşaret parmağını doktorun göğsüne bastırarak söylemişti bunu.

Ve hele şükür ,gittiler.

***

Uyandığımda gecenin bir vaktiydi. Hastane koridorlarından gelen ayak sesleri dışında hemen hemen hiç ses yoktu.

Korkunç bir kabustan uyanmıştım.Binamızın arka bahçesindeki otların arasında uyuyorum.Ilık bir bahar rüzgarı tenimi okşuyor.Birden tepemde bir polis bitiveriyor.Ben kaçmaya fırsat bulamadan kollarımı bağlıyor ve beni sırtüstü yere yatırıyor..Cebinden bir serçe çıkartıyor.Serçe gözlerime kinle bakıyor.Hayır hayır serçeler kinle bakamaz.Onlar dünyanın en uysal hayvanları..Polis bir şey söylüyor ,serçe havalanıyor ve başımın tam üstünden hızla yüzüme dalıyor.Gözlerimi gagalıyor.Önce yükseliyor, sonra tekrar dalıyor.Her dalışında gözlerimden bir parça kopuyor. Ben uyanana kadar bu böyle devam edip gidiyor.

Ter içinde kalmıştım.Güçlükle üstümdeki çarşafla terimi kurutmaya çalışıyorum.

Ağzımdaki serumu düşürmemeye çalışarak doğruldum ve yastığı duvarla başımın arasına aldım.Odadaki diğerleri sessiz bir uykudaydı.Ah, onlar gibi sessiz ve hiç uyanmadan uyuyabilsem.

'Senin uykuda gördüğün kabusları onlar yaşarken görüyor Ken, iyi olmayı dene'

Düşünmek bazen insanı acılarından alıp götürüyor. Bu hastane odasında geçmişimi kendime anlatmayı ve kendimi dinlemeyi öğrendim.Hayatımın geri kalan tüm zamanlarında bazen kendimle sesli konuşmamın sebebi işte sabahlara kadar süren bu yalnızlıklarımdı. Uyumaktan korkan- kabuslardan diyelim- ve geceyi ,geçmişindeki her şeyle herkesle paylaşan karakterim.

Ne kadar kolay bir yaşamım vardı oysa..Toplumda herkesin saygı duyduğu bir babam vardı.Avukattı ve iyi de para kazanıyordu.Bazen evde cübbesini giymesini isterdim. Beni kırmamak için giyerdi.Uzun boyu ve yapılı omuzlarıyla çok biçimli görünüyordu.40lı yaşlara yaklaşsa da hala saçlarını gençler gibi briyantinle tarar , yüzüne bakımına dikkat ederdi.Çok yakışıklı olduğunu hem annem hem de arkadaşlarım söylerdi.Gür kestane rengi saçları ,kırışıksız ve gergin bir yüzü vardı.En neşeli anlarında bile keskin bakan gözleri vardı. Belki de yay şeklinde gergin olan kaşları bu anlamı gözlerine yüklüyordu.

Annem bir lisede öğretmendi.Güzel kelimesi herhalde annemi anlatmak için söylenmiş bir kelimeydi.Zamanında okurken manken ve filmlerde oynama teklifleri almış ama bu şeylere gelemeyecek kadar 'vahşi' bir karaktere sahipti.Kullandığı kelimelerin ne demek olduğunu yıllar sonra anlayacaktım. 'Anarşist, devrimci, solcu,sağcı,darbe,örgüt vb.' Yaşamını bu kelimelere sığdırdığı için magazinle ve sanatla alakası olamayacağını söylerdi arkadaşlarına. Zaten her şeyi hep arkadaşlarına söylerdi.Ve onunla ilgili tüm bildiklerim onun bu anlatışlarındandı.Benimle çok az konuşur , çok az ilgilenirdi.Aramızda hep bir mesafe vardı.Çizgiyi geçtiğim an keskin çığlığıyla hemen 'Keen, sana söylemedim mi?Bir daha uyarmam mı gerekiyor?' derdi.

Annemle aynı evde iki sessiz hayalet gibi yaşardık. O bazen kitap okur, bazen odasına kapanır ,saatlerce çıkmazdı.Babam onun işiyle ilgili çalışmalardan dolayı böyle yaptığını söylüyordu. Sınav kağıtlarını okumak, ders planlarını hazırlamak gibi.

Annemin beni sevmediğine içten içe inanır olmuştum. Bana kötü davranmazdı, ama sevdiğini de söylemezdi.Öpülmeden ,kucaklanmadan -ve hatta bir göğüste süt emmeden -büyütülmüştüm.Babam kızgın anlarında hep bunu söylerdi ona:' Göğsün sarkacak diye emzirmedin bile ,afferin sana'

Beş yaşımı kutladığımız gündü - 28 mayıstı ve bir yıldan fazla zaman geçti- . Babam en sevdiğim çilekli pastadan sipariş etmişti.Sevincimin pastadan kaynaklandığını sanıyordu babam. Hayır hayır, Kalbim şahidim olsun ki ,değildi.Karşımızdaki evin balkonunda hep küçük bir çocuk otururdu ve annesi arada bir gelip onu kucaklıyordu, öpüp kokluyordu. O anlarda çocuğun yanağında sevilmenin rengini görürdüm.İşte bu akşam ben de o renge boyanmanın tadını çıkaracaktım. Annem ,yaşımı kutlarken beni kucaklayacak, sarılacak ve bir ihtimal yanaklarımdan öpecekti.İçimde büyüyen ve sesimin hep hatırlattığı o '' sevilmiyorsun'' korkusunu kıracaktım böylece.

Gündüzleri babam gelene kadar Hayriye Teyze'de kalırdım.TRT kuşakları bilir ,masal anlatan bir sanatçı vardı;Adile Naşit.İşte Hayriye Teyze ile ikiz olduklarını hep düşünürdüm.O kadar benzerdiler birbirlerine. Babam o gün erken geldi ve beni aldı.Elimden tutarak eve gelirken bana sipariş ettiği çilekli pastayı anlatıyordu. Tavşanlar gibi zıplayarak yürüme neşemi büyük ihtimalle pastaya bağlamıştı.

Babamla masayı, mumları , balonları hazırladık.Kimseye haber vermemiştik. Biz kutlayacaktık, ben annem ve babam.Bu benim tercihimdi. Annemle kalmak ve sadece benimle ilgilenmesini beklemek...

Annem genelde akşam ezanı okununca evde olurdu. Ama bugün pazartesiydi ve annem pazartesi günleri ikindi saatlerinde gelirdi.

Akşam ezanı okundu. Ben sokağa bakan odanın penceresinden annemin köşeyi dönüp gelmesini bekledim.Babam hiç bir şey söylemiyor ama sinirlenmeye başladığını gizleyemiyordu.Salona geçtik, oturduk. Radyo , Yurttan sesler korosundan şarkılar dinletiyordu.Babam , hiç konuşmuyordu ve gözleri terliğindeydi.Radyodan dinlediği haberle yüzüme bakakaldı.Haberde şöyle diyordu:

''-Adalet Partisi Süleyman Demirel Kastamonu ve Çankırıda'daki konuşmalarında '«Türkiye bu Hükümet'ten kurtulunca bütün dertlerinden kurtulacaktır. Bu Hükümet'in milletten yiyeceği şamarın sesi Hint'ten, Çin'den duyulacak» dedi.''1 Mayıs'ta sokağa çıkma yasağına karsı geldikleri iddiasıyla yargılanan TİP Genel Başkanı Behice Boran ve 328 TİP üyesi, 25'er gün hapse mahkum oldu. Mahallede yeni çıkan her şey ilk bizde olurdu. İlk renkli televizyonun salonun başköşesine yerleştirildiği akşam evimiz, meraklılarla dolup taşmıştı. Ertesi gün ilk defa ,çocuklar beni takıma seçmişlerdi.Hatta paylaşılamamıştım.Ah o konuşulanlar nasıl da gururumu okşamıştı.Babam kendi kendine mırıldandı:

 

 

-Sen gelme de ,,Sen gelirsen felaketi olacak ülkenin..

Radyo haberleri vermeyi sürdürdü:

''

 

Babam ayağa kalktı ve radyoyu kapattı.Bana döndü ve endişelerimi artıran ,beni doğum günümde yalnızlaştıran şu cümleyi söyledi:

''-Umarım annen bu 328'lerden biri değildir.Onu o kadar uyardım.Dinlemez ki, dinlemez ki!!'

Mutfağa geçti ve kendine bir menengiç kahvesi hazırlamaya başladı.

-Senin için de yapayım mı Ken, öksürüyordun bugün..İyi gelir.

Tadı biraz acımtırak olsa da bu kahvenin tadını seviyordum.İçeceğimi söyledim.

Balkonda oturduk ve kahvemizi yudumladık.Babamın az önce ne demek istediğini merak ediyordum.

-Az önce radyo haberine neden sinirlendin?

Fincandaki kahveyi çalkaladı , bir yudum aldı.Gölün kararan ve ay ışığıyla yer yer gümüş rengine bürünen sularına baktı.

-1 Mayıs'ın ne demek olduğunu bilmezsin oğlum. Sokağa çıkma yasağı vardı.Annen ve arkadaşları her şeyi değiştirebileceklerini sanıyor.Tek yaptıkları devleti hep eleştirmek, hep karşı olmak..İyi kötü her şeye hep muhalif olmak..

-Baba bunlar ne demek,anlamıyorum.Çok sıkıcı şeyler.

Gülümsedi, saçlarımı okşadı.Karşımızdaki Küçükçekmece Gölü'ndeki ay ışığı oynamalarını izlemeye daldık.

-İyi ki annenin huylarını taşımıyorsun, saçların gözlerin onun kopyası ama neyse ki ruhunuz benzememiş.

-Annem ne zaman gelecek?

-Gelmiş olması gerekiyordu. Ama radyodaki habere bakılırsa gelmemiş olması normal. Her zamanki gibi benden sakladı.Eminim o 328 den biri odur.

Kapı zili işte tam da 'odur' kelimesi söylenirken çaldı.Koştum, babam peşim sıra geldi.Gelen annemdi.Kapıyı ikimizin birden açmasına şaşırdı.

-Hayırdır, artık ailece karşılıyorsunuz , dedi gülümseyerek.

Babam bir şey söylemek istedi, vazgeçti.Konuşmak için açtığı ağzını bir şey söylemeden kapattı. Bazen susmak en hayırlısıydı ve büyükler bunu bilirdi.

Annem bana hiç bakmadı, nasıl olduğumu sormadı.Odasına geçti ve bir süre çıkmadı. Babam elimi tutarak çıkmasını bekledi.

- Selma bugün bir şey anlatmıyor mu sana?

Annem kapıyı açtı, ikimize baktı.Bu arada üstünü çıkarmaya devam etti.

-Beni rahat bırakın. Çok üzüldüğüm şeyler oldu.Canım çok sıkkın, dedi.Odanın kapısını kapattı.

 

Babamın avucumdaki elinin gittikçe ısındığını hissettim. Elimi bıraktı ve annemin odasına daldı.Şimdi seslerini dinliyordum ve ağlıyordum.

-Bugün Ken'in doğum günü.Senin oğlunun..

-Bir oğulun doğum gününden daha önemli şeyler var.

-Ne mesela, okuldan kaçta çıktın, neden gelmedin?

-Bugün okula gitmedim, bir daha da gitmeyeceğim. Bu düzenin bu sistemin okulunda işim yok benim. kahrolsun devletin de sistemin de.

Babam her ne yapıyorsa o anda konuşmuyordu. Artık konuşan hep annemdi:

-Herkesi köleleştirmek istiyorlar.Ecevit faşist sistemin savunucu oldu ya..Bir sokağa çıkmaya bile 25 gün hapis. Yuh be! Keşke ben de alsaydım o 25 gün hapisi. Alamadım ya o cezayı, görmezden geldiler ya beni..Kaale alınmamak ne demek biliyor musun?Ha okul meselesine gelince; 1 Mayıstan sonra okulla ilişiğim kesildi.Bir türlü söyleyemedim. Şimdi biliyorsun artık. Şimdi çık odadan.Başım ağrıyor.

Babam kıpkırmızı bir suratla odadan çıktı. Kızdığı zamanlarda hiç konuşmazdı.Bu sefer de öyle yaptı. Geçti mutfakta oturdu.Yanına gittiğimde bir endivyen sapı çiğniyordu.Yanına gittim ,elini tuttum.

-Annem neden beni sevmiyor baba? dedim.

Hiç bir şey söylemedi.Beni kucağına aldı ve mutfak penceresinden görenen Marmara Denizi'ndeki bir gemiye bakakaldık.

Sabah uyandığımızda mumlar, doğum günü pastam ve babamın hediyesi -hala açılmamış ve paketinin içinde- masada duruyordu.Annem için değerim bu kadardı.Sokağa çıkılmayacak bir günden bile daha az..Belki de hiç!

Babam işine gitmek için çıkmıştı .Annem uyuyordu. Bir süre hediye paketine baktım.İçinde ne olduğunu merak ettim.Sonra akşam olanlar aklıma geldi.Keyfim kaçtı.Balkondaki sandalyeye oturdum.Mayısın son günleri,hava oldukça sıcaktı.Göl mavi bir çarşaf gibi serilmişti.Bahçenin diğer yanındaki gecekondunun avlusunda çocuklar oynuyordu.Kadın ipe çamaşır asıyordu.Salça sürülmüş ekmek yiyen küçük bir çocuk geldi annesinin eteğine yapıştı. Kadının bağıracağını, hatta çocuğu hırpalayacağını düşündüm.Kadın şöyle diyecekti:'' Çamaşır asıyorum görmüyor musun, her ne istiyorsan biraz bekle'

Öyle demedi kadın.Elindeki çamaşırı ipe astıktan sonra eğildi, çocuğun yanağına kocaman bir öpücük kondurdu , gülümsüyordu.

İçimde bir şeyler iltihaplandı.Bir irin uç verdi bakışımda.

Onları izlemekten vazgeçtim.Bahçedeki otlara çiçeklere ve ağacın dalındaki kuş yuvasına kaydı düşüncelerim.

Alt katımızda oturan komşumuz o anda bahçeye kahvaltıdan kalan sofra bezini silkeledi ve ekmek kırıntıları ,kahvaltı artıkları bahçeye düştü.Birkaç serçe hemen ekmek kırıntılarına saldırdı.

İçimde bir huzursuzluk vardı.Az önce gecekondudaki çocuğun annesiyle öpüşmesine nasıl dayanamadıysam serçenin ekmek kırıntılarını farkederkenki neşesine de katlanamadım.

Serçe danseder gibi sekiyordu otların arasında. Gözüm annemin menekşe saksısında.

Serçe ekmek kırıntısına yaklaşıyor.Elimde menekşe saksısı.

Serçe ekmek kırıntısının hemen yanında.Saksıyı kafasına bırakıyorum.

Bir serçe öldürdüm o gün. İlk cinayetim.

İçimde bir vicdan azabının varlığını yokladım. Yoktu.Dalındaki yuvasına baktım.Birkaç küçük pembe gaganın sürekli açık cikciklediğini gördüm. ''Sizi annenizden kurtardım.' dedim.

''İyi olabilirdin,Kötü olmayı seçtin.''

Bu sesi ilk o gün duydum.Annem o sırada masadaki hediye paketini kullanmadığımız odadaki eşya yığınının arka taraflarına atıyordu ve söyleniyordu.:''Bu masanın hali ne böyle, ne kadar dağınıksınız ''

 

 

 

***

Ortalık hala çok sessizdi ve yapışkan bir karanlık vardı odada.Bir hastane odasında işkenceden hala baygın yatan iki oda arkadaşımlaydım.İnsan en çok böyle zamanlarda bir ailesinin olmasını istiyor.Başucunda bekleyen bir anne ve 'bir ihtiyacın var mı ' diyen bir baba...Bense kaç gündür burda olduğumu, nerede olduğumu ve babamın ,annemin nerde olduğunu dahi bilmiyordum. Şimdiye ve geleceğe dair bir fikrim olmayınca geçmişe dalıp gidiyordum.

 

Mahallede yeni çıkan her şey ilk bizde olurdu. İlk renkli televizyonun salonun başköşesine yerleştirildiği akşam evimiz, meraklılarla dolup taşmıştı. Ertesi gün ilk defa ,çocuklar beni takıma seçmişlerdi.Hatta paylaşılamamıştım.Ah o konuşulanlar nasıl da gururumu okşamıştı.

-Ken bizim takımdan olsun.İstersin değil mi ken?

İster miyim? Dalga mı geçiyorlardı?Daha düne kadar yalvarırdım beni takıma almaları için.Onbirler seçilir ve ben hep açıkta kalırdım.Ne zaman 'ben?' desem birinin bir çift lafı olurdu.İyi oynayamadığımı, topa vuramadığımı, kaleci olsam bile işe yaramadığımı...Her neyse en azından şans bana bir kere gülmüştü.

-Hayır Ken, bak en güçlüler bizde.Bizim takıma geç, Beşiktaş!Beşiktaş!

Diğer takım hemen karşı tezehurata geçti:

-Sarı lacivert: Erkek gibi mert:Çaça çeçe Fenerbahçe!

Osman- Şişmanlığı beni hep güldürürdü,nasıl olur da bu kocaman göbekle iyi futbol oynayabiliyordu?- boru tıslamasını andıran sesiyle atılmıştı:

-Erkek adam renkli takım tutmaz oğlum, siyah beyaz şampiyonuz bu yaz!

İş futbola değil de tartışmalara geldi mi bu dakikalara hemen Kerem son verirdi.- mahallenin en güçlü ve hemen hemen tüm çocukların korktuğu saygı duyduğu lafını dinlediği esmer çocuk.-

-Kesin lan, oynayalım hadi.

Emri veren Kerem'se tartışma bitmişti.

Şansımı iyi değerlendirememiştim.Bana söylenenlerden , sitemlerden hiç de iyi oynamadığımı biliyordum. Benim yüzümden takımımın yenildiğini söylemeleri çok acımsızcaydı ama. O günkü şansımı Beşiktaş takımında kullanmıştım .Ve belki de o 'tek' andan kalma bir hatıra hep beşiktaşlı kaldım.

***

Boynum uyuşunca uzandım ve yastığa başımı koydum.Dışardaki gürültüye kulak kesildim.Boş yatak kalmadığını söylüyorlardı.Ancak sürekli hastaneye yeni yaralılar getiriliyordu.

Koridordaki ayak sesi yaklaştı ve kaldığım odanın kapısı önünde ses kesildi.Kapı açıldı.Gözlerimi yumdum. Ne zaman biri gelse beni alacaklar korkusuna kapılıyordum.

Gelen Elif'ti.Önce ergen çocuğun ,sonra genç adamın kalbini dinledi.Sonra yaklaştı, çocuğun saçlarını okşadı.Kirpiklerinin ıslandığını ve burnunu çektiğini gördüm.Sanırım sessizce ağlıyordu. Sonra yatağıma yaklaştı, gözlerimi açtım. Uyanık olduğumu görünce gözlerini sildi ve gülümsedi.

-Ah bu saatte uyuyor olman gerekiyordu.Bir yerin mi ağrıyor?

Yanıma gelip yatağıma oturdu.Kolu , elime değiyordu.Bu sıcaklık çok hoşuma gitmişti.Hiç konuşmadan bana baktı.

-Çok güzel bir çocuksun sen,dedi.Senin yaşındaki bir çocuğun böyle acılar çekmesi ne kötü! Ama üzülme, her şey yolunda.

Gülümsedim.Eğildi ve yanağıma hafifçe dudağını değdirerek öptü.

Kanımda akan her neyse damarlarımı yakar gibi oldu.Öperken çiçek kokan saçları yüzüme dağılmıştı. Saçının kokusunu içime çektim.Parmaklarıyla alnıma dokundu.

-Bu iyi, ateşin düşmüş.Vücudun da normale dönmek üzere. Yarından itibaren şu sıkıcı hortumları çıkaracağız.Böylece sohbet de edebileceğiz.

Pencereyi açtı, içeri giren gecenin kokusuyla saçlarının kokusunu daha az almaya başladım.

-İçerisi hava alana kadar istersen sana bir masal anlatabilirim, dedi.

Pencere kenarındaki sandalyeyi çekti ve oturdu.Keşke yatağımda az önceki gibi otursaydı.Ve değseydi kolu ellerime.

-Bir kabile varmış. Amerika'nın uçsuz bucaksız ovalarından birinde yaşarmış.Kızılderililer o zaman mutlu bir hayat sürüyorlarmış.Henüz beyaz adamlar gelmemiş oralara. Sonra bir gün elinde silahlarla beyaz adamlar gelmiş ve çocuk kadın demeden hepsine kıymış.Bir ırkı ortadan kaldırmak için Amerika ovalarını kana bulamışlar.Filmlerde izlediğin her tepenin ,her ovanın toprağında mutlaka bir kızılderili çocuğun mezarı vardır.

Sesi gittikçe siliniyordu.Gözleri dolmaya başlamıştı.Cebindeki mendili çıkardı .Anlattığına pişman bir hali vardı.

-Sana neden bunu anlattım bilmiyorum .Ama kötü olmak çok fena Ken, iyi olabilmek varken.

Kalktı, pencereyi kapadı, saçlarını topladı.Kapıdan çıkmak üzereyken bana döndü:

-Özür dilerim, dedi.Seni üzmek istemedim.Şimdi yat ve güzel rüyalar gör. Çocuklarını öldürmeyen ve çocuklarını yetim bırakmayan bir ülkede yaşadığını gör rüyanda.

Babamla sinemaya birkaç kere gittiğimizi hatırladım. Amerikan filmlerindeki kovboylar benim kahramanlarımdı.Onların birer kızılderili çocuğun katili olabileceğini hiç düşünmemiştim.Kara derileriyle sanki ölümü hakkediyor gibi görünüyorlardı.

***

Uyandığımda ergen çocuğun gözlerinin açık olduğunu ve bana baktığını gördüm.Gülümsedim. Yüzünde hiç bir ifade değişikliği olmadı. İlk defa yüzü bana dönüktü ve onu görebiliyordum.İri kahverengi gözleri ve yanaklarını gölgeleyecek kadar uzun kirpikleri vardı.Bronz tenliydi.Minik bir burnu ve kalın sayılabilecek bir dudağı vardı.Çarşafı göğsüne kadar çekti ve tekrar diğer tarafa yüzünü döndü.Aklıma polislerin çarşafa bakıp kıkırdamaları ve söyledikleri geldi.Çok üzüldüm.Zavallı çocuk, başına gelecekler ,gelenlerden az olmayacaktı.Bu sefer istersem de iyi olabilme şansım yoktu.Ne yapabilirdim ki?

Uyumuyordu.Sessizce ,sadece yakınında olan birinin duyabileceği bir sesle ağlıyordu.Çarşafı başına çekti ve şimdi sadece çarşafın altında sarsılan bir omuz ve biraz daha yükselen bir hıçkırık sesi duyuyordum.

-------------------

 

ROJHAN BEKEN ( Yazar)
 
Mardinli, Eğitim Fakültesi Mezunu, İki Kürtçe Rock Albümü yaptı, şimdi roman yazmak derdinde.

'Serçe Katili ' adını verdiği ilk romanını yazmaya devam ediyor.
 
''Kanın tadını bir kere aldın mı hep ararsın o tadı , Yapışkan bir zehir gibi gözlerini maskeler;Kandan başka bir şey göremezsin.''
 
 
Bugün 4 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol