Dosya 7

-7-

Küçükçekmece Gölü'ne yakın bir tepede otururduk.Dört katlı binanın en üst katındaydık ve gölün tamamını, Marmara Denizi'nin de bir kısmını çok rahat görebiliyorduk.Binamızın arka bahçesinde yaz ikindilerinde masalar kurar, komşularımızla çay içerdik. Bahçeden bile gölün yeşil-mavi karışımı sularını izleyebiliyorduk. Sonra tren raylarının alt tarafında uzun uzun binalar yükseldi.Babamın dediğine göre o alan, sağlam bir zemine sahip değildi, yığmaydı.O kocaman binaların kesinlikle rüşvet verilerek oraya dikildiğinde ısrar ederdi.Annemin öğretmen arkadaşı Ferit Bey de babamı destekler ve hat caddesinin alt tarafının ancak park, yeşil alan olabileceğini söylerdi.

Annem bu konuşmaların sonunu hep aynı cümleyle bağlardı:'Kimbilir ne kadar para verdiler de bina izni aldılar.Ama bir depremde gölün içinde yüzerlerken bulacaklar kendilerini.Buna onlar da şaşmamalı''

Bina inşaatları artıp ta, göl manzaramız kapanınca bahçede piknik yapmanın da tadı kalmamıştı.Sonra kimse '' bahçede oturalım'' demedi zaten.

 

Yaz aylarında balkonda oturduğumuzda öğlen sıcağında buharlaşan göl kokusunu çekerdik içimize..Annem çok severdi o kokuyu.Evde çalan Kürtçe şarkıyı susturur, Gözleri Marmara Denizi'yle gölün buluştuğu o gizemli kanalda kalırdı.Annemin o özel anlarını bozmak istemezdim. En küçük bir ses onu bu dalıp gitmelerden alıkoyabiliyordu. Kimi zaman , evimizin yakınından geçen Sirkeci-Halkalı treni büyük gürültüyle bu sessizliği bozardı.Annem rakısını yudumlarken bir küfür savururdu trene.Gülerdim.

Öğlen sıcağı geçip te koku da hissedilmez olunca şarkıyı kaldığı yerden dinlemeye devam ederdi.

-Bir zamanlar ne kadar başkaydı her şey, dedi annem ellerini omzuma koyarak. Şimdi göle şu tahta parçalarının arkasından bakmak feci bir şey.

'Bir zamanlar'.. Artık evimizin tüm pencereleri gibi balkona çıkan kapının ve pencerenin camını da tahta perdelerle kapatmıştık.

-Aynı şeyi mi düşünüyordun sen de? , diye sordum gözlerimi bir santimlik tahta boşluğundan göle dikerken.

-Senin ne düşündüğünü bilemem Ken, dedi arkadaşça bir tavırla.Ama bahçede şu yaptığımız piknikler vardı ya..Hani biz mangal yaparken siz , sen Suna ,Serkan,Kerem ve Kaan...Neyse işte siz koştururdunuz otların arasında. Sonra masamıza kurulur ve etlerimizi yerken gölü izlerdik. O günleri çok özledim Ken.

Sesindeki acı içimi burktu. Küçük bir kız çocuğu gibiydi. Elleri hala omzumdayken - ki en çok o anın uzamasını istemem bundandı- devam etti:

-Şu çam ağacı var ya, ona tırmanmaya bayılırdın.Ama nedense Kerem hep seni geçerdi. Ne zaman kendinizi Suna'ya beğendirme yarışına girseniz Kerem hep gülen olurdu. Ah, annesi büyük bir gururla izlerdi oğlunu..

Sonra aniden omzumdan çekti elini ve beni kendine çekti. Çenemi avuçlarının arasına aldı ve gözlerinin içi gülmeye başladı:

-Hatırlıyor musun, hatırlarsın elbette,daha bir yıl geçmedi...Hani babanların avladığı balıkları pişiriyorduk mangalda. Ve Kerem ağacın en tepesindeydi. Yani alınasın diye söylemiyorum. Ki senden biraz büyük ve iriceydi,bunu da hesaba katmak lazım.Ama ...

Durdu ve elini kalbine götürdü.Güleceği zaman böyle yapardı.

- Kerem'in pat diye nasıl aşağı, otların arasına düştüğünü hatırladın mı?Zavallı Suna, kenara çekilmeseydi o şişkonun altında dümdüz olabilirdi.

Annem son kelimrleri kahkahayla karışık bir halde söylemişti. Gülmesi konuşmasını engelliyordu. Son zamanlarda annemi hiç böyle gülerken görmemiştim.Sonra ben de katıldım ona..Kerem'in ağacın dibinde nasıl ağladığını, yırtılan şortundan poposunun nasıl göründüğünü ve en çok ''kolum kırıldı kolum kırıldı'' derken nasıl avaz avaz bağırdığını...Bunları düşününce daha da şiddetlendi kahkaham.Şimdi dizlerimi döverek gülüyordum.Annem , birden ağzımı kapattı .Babamın kapısının yavaşça aralandığını duydum.Gülmeyi tamamen kestik. Ve kapı çarparak kapandı.

Babam odasına girmemi yasaklamıştı.Kendisi de sadece tuvalet için çıkıyordu odasından. Tüm gün odasında ne yaptığını merak ediyordum ama annem merak edilecek bir şey olmadığını, bir süre dinlenmesi gerektiğini ve bol bol uyuması gerektiğini söylüyordu.

Annemle hiç konuştuğunu görmedim.Annem , küçük bir sofrada yemeğini odasına bırakıyor ve sonra geri alıyordu. Bu anlarda tetikte bekler ,konuşacaklarsa kaçırmayayım bu anı kollardım..

Babamın yüzünde bir kesik izi dışında yara kalmamıştı.''Aslında biberiye çayı o izi de iyileştirirdi ama jileti çok derine indirmişler.Bak seninkiler ne çabuk iyileşti.Annem , biz dizlerimizi kanatırken hemen biberiye kaynatır,suyuyla ovalardı''demişti annem.

İlk defa ''annem ' kelimesini bu cümlenin içinde kullanmıştı ve başka bir cümlenin içinde geçmemişti.'En azından bir annesi varmış,bunu öğrendim ' diye avundum.

Annemin mutfakta biberiyeyi kaynatırken gözlerinin yaşarmasını, ilk defa kullandığı o kelimeye yormuştum işte.Sonra suyuna batırdığı pamukla yüzüme masaj yaparken de gözleri yaşarmıştı.Benim için üzüldü, ondandır diye düşünmüştüm. Ve bu içten içe bana haz vermişti, hoşuma gitmişti.Oysa şimdi anlıyordum ki gözlerinin yaşarmasının sebebi ben değildim.Buna da üzüldüm mü, hatırlamıyorum..

 

 

 

Ülke'nin karmaşa günleriydi.İnsanı yok etmenin zafer sayılan acımasız ve iblisvari günler.

Her gün yakınımızdaki bir sokakta veya hemen yanıbaşınızda ensesinden tek kurşunla vurulan birini görebildiğimiz günler..

Ağustos sıcağında cadde asfaltlarında hemen kuruyuveren insan kanı , normal bir günde belki insanı dehşete düşürür.Ülke, bu dehşetin sancısını ve şaşkınlığını geride bırakalı çok olmuştu oysa.

Ama bir gün o kanların içinde arkadaşım yatınca o sıradanlık yerini ürpertici ve acı verici bir 'ilk' e bırakıyordu...Kerem'in sokağın hemen başında, binamızın sol köşesinde yerde yatan cesedi uzun süre orda kaldı.

O anda kitap okuyordum. Pencerenin camlarını zangırdatan bir tabanca patlamasıyla sarsılmıştım.Bu sefer ses çok yakınımızdaydı.Kurşunlar pencerenin hemen kenarından vızıldayarak geçtiğine göre tabancayı kullanan bizden daha yüksekte oturan biriydi.

Ne işi varsa sokakta, o anda... Kurşun sesiyle birlikte tiz bir çocuk çığlığı duydum.Ve hemen cama koştuğumda aşağıda Kerem'in kanlar içinde bedenini görmüştüm.Annem beni hızla belimden kavrayıp çekmese kusmam an meselesiydi.

Ah, kusmak! Midem kasılıyor ve boğazıma dikenler batıyordu sanki..Tam da atlatmışken o kusma nöbetlerini..

--Deli misin sen, nasıl kafanı uzatırsın , pencereyi nasıl açarsın?

Annem bağırdıkça başımın dönme şiddeti de artıyordu.

-Tam da istedikleri fırsatı veriyorsun onlara.. Amaçları zaten bu.

Beni belimden kavramış sarsıyordu.Kurşun sesini duyduğumda hemen pencere kenarından uzaklaşmam gerekirken neden pencereye koştuğumu soruyordu.Ben ise onun kolları arasında titriyor ve midemi işaret ediyordum.Kusmam an meselesiydi. Bir an gözlerimi kapadım.Kerem'in bedeni kan içinde yüzüyor.Kan kırmızısı, karanlığı boğuyor.

- Ken, bunu yapma..Sakın yapma..Bir daha pencere yakınında seni görmeyeceğim.

-Anne, diyebildim.Ve kustum. Annemin yaz-kış giydiği tavşancıklı terliği birden sebze çorbasının posalarıyla kapanıverdi.Geri çekilmesine fırsat kalmadan ikincisini eteğine bırakıverdim.

Oh, bitmişti.Annemin artık ne söylenmesini, ne Keremlerin binasından gelen - bitişik binaydı- annesinin çığlıklarını duyabiliyordum.Görebildiğim tüm hava zerreciklerinde bir serçe ölüsü dansediyordu ve bir adam duvardan kan izi bırakarak yere kayıyordu.

 

Kurşunların asıl adresinin bizim pencere olduğunu aynı günün akşamı annem söyledi. Ve büyük ihtimalle apartmanımızın çaprazındaki beş katlı binasından ateş açılmıştı.Annem , bundan emin olduğunu bile söyledi.Olansa zavallı Kerem'e olmuştu. Annesinin bir türlü laf dinletemediği, tüm yasaklamalarına karşın yine de apartmanın kapısı önünde oynayan arkadaşım benim...Cesedi sokakta kalmış uzun süre , tetikte bekleyen ellerin korkusundan ne annesi ne de komşularımız ; dışarı adım bile atamadı. Birinin polis çağırmasıyla ancak cesedi alınabildi.Sonra herkes evine , tahtalarla kapattıkları pencelerinin gerisine çekildi.Sadece Kerem'in annesinin sesi duyuluyordu sokakta..

-Bundan böyle daha dikkatli olmalıyız.Tehlike sandığımızdan çok daha yakınımızda , dedi annem.

 

ROJHAN BEKEN ( Yazar)
 
Mardinli, Eğitim Fakültesi Mezunu, İki Kürtçe Rock Albümü yaptı, şimdi roman yazmak derdinde.

'Serçe Katili ' adını verdiği ilk romanını yazmaya devam ediyor.
 
''Kanın tadını bir kere aldın mı hep ararsın o tadı , Yapışkan bir zehir gibi gözlerini maskeler;Kandan başka bir şey göremezsin.''
 
 
Bugün 7 ziyaretçi (17 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol