Dosya 9

-''Bana Milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz'' demişti , ama bak şimdi tükürdüğünü nasıl yalıyor, dedi annem ekranda bir adamı izlerken.

Dudağını şapırtarak ve sanki ağzında kocaman bir ayva çiğnermiş gibi konuşan adamın suratına baktım.Yuvalarından fırlayacak izlenimi veren gözleri , önündeki mikrofonun kablolarında dolaşıyordu.Sıkılgan ve işini yapamamış bir çocuk kadar mahçup...

-Ah , başbakan dedikleri bu işte Ken, dedi annem , ekrandaki adamın susmasını fırsat bilerek.Gerçi Ecevit'in de pek bir farkı yok bundan..Ah, hepsi aynı..Sistemin bekçileri.

Sonra ekrandaki adam ara verdiği sözlerine, uykudan yeni uyanmış gibi devam etti:''Ülkede kan dökülmeye devam ediyor.Şiddet eylemleri maalesef durdurulamıyor.Devletin de bir takım noksanları, zaafları ve sıkıntıları vardır.''.Sonra itirafların verdiği iç rahatlamasını yüzüne yaydığı gülücükle belirtti.Ve ekrana kocaman başı yerleşirken gözlerinin içiyle ta gözlerimizin içine bakarak şöyle devam etti:'Ülkede gıda karaborsasını ortadan kaldırdık. Biz hükümetteyken hiç bir gıdanın yokluğu söz konusu olmayacaktır'

Annem , televizyonu kapatırken bir kahkaha attı. Ama kahkahanın tınısında neşenin değil öfkenin yerleşik olduğunu anlamak güç olmadı.

-Sence doğru mu söylüyor şimdi, diyerek bana baktı annem. Şimdi inanalım mı ona?Yoksa şu sokakta canlarını kaybetme pahasına bir ekmek parçası dilenen komşularımız tiyatro mu yapıyor?

Mutfağa geçerken söylenmeye devam ediyordu:

-Ah şu anteni yapmamalıydım. Sinirlerimi bozuyor şu televizyon.Kendi sarayının dışına bir çıkabilse halkının karaborsa derdini anlayacak ama nerde?Can korkusu sadece biz sıradan insanların değil, başbakanların da sorunu..

 

Aynaya baktığımda yüzümün daha da inceldiğini, gözlerimin altında mor halkalar belirdiğini görüyordum.Annem, her fırsatta hala açlıktan ölmediğimiz için şanslı olduğumuzu söylüyordu. Televizyondaki adamlar farklı söylese de ülkenin tamamında yiyecek bulma sıkıntısı yaşandığını söylüyordu. Fakat yine de tum suçun hükümette olmadığını, stok yaparak fiyatları yükselten tüccarların da kabahatli olduğunu ekliyordu.Ve lafı şu cümleyle noktalardı:''Gencecik çocukları asacaklarına şu tüccarlardan birkaçını assalar ya..İlle de adam öldürmek istiyorlarsa.'

 

Artık sabah uyanmıyorduk. Sabah ve öğlen yemeğini - avuç içine sığmayacak bir şeyler - birleştirmek için bu kuralı annem koymuştu.Hiç yatağımızdan çıkmadan açlığa dayanabileceğimiz son noktaya bekler, sonra birimiz evin içinde gezinmeye başlayınca diğerimiz de yatağından kalkardı.Tabaktaki yemek miktarı da gittikçe azalmaya başlamıştı.Annem bazen üzüntüsünü ve korkularını yenmek için şöyle derdi:'Şu fazla kilolarımdan kurtulmak için memlekette kıtlık olması gerekiyormuş'.

Tüm bu tedbirler de işe yaramadı.Annem en fazla bir haftalık yiyeceğimiz kaldığını söylüyordu.Onu da sadece akşam yersek..Böylece öğlen yemeği de kaldırılmış olacaktı ki, bu çok korkunç bir şey değildi.Geçen zaman, açlığa dayanma gücü vermişti.Midemin gurultuları da eskisi gibi patırtılı değildi.Ama yine de öğlen menüsünün de atlatılması zor oldu.Böylece yatağımızdan kalkma saati de akşam saatlerine kaydı. En korkuncu açlık değildi, o saatlere kadar yatağın içinde düşlerle,kabuslarla ,pişmanlıklarla başbaşa kalmaktı.

Bu gece bir iyilik yapmanın rahatlığıyla derin bir uykuya dalacaktı annem...Tam okuduğu kitabı sehpaya bırakmış ve mumu üflüyordu ki kapı çalınmıştı.Ben odamda kapı sesini duyduğumda buz kesilmiştim. Bir kaç saniye içinde aklımdan neler neler geçmişti.Hemen annemin odasına daldım ve ona baktım. Bana susmam için işarette bulundu.Kapıya ikinci kez vuruldu.

-Kapıya vuran her kimse kötü niyetli değil, dedi sessizce..Baksana dikkat kesilmezsen duymazsın bile. Korkma.

Ayak uçlarına basarak kapıya yöneldi ve mercekten baktı. Birden kapının arkasından alt kat komşumuz Nurten Teyze'nin sesini duydum:

-selma, benim.Aç lütfen!

Annem bir an durakladı.Geçmiş olsun demeye bile gelmeyen ve uzun zamandır hiç görmediğimiz komşularımızdan biri.. Kimseye ama kimseye güvenmemesi gerektiğini hep söylerdi.O anki duraklamasının sebebini anlamak zor olmadı.

Fakat kapının ardındaki ses yalvarmaya başlamıştı.Çok önemli olduğunu , gidecek başka yeri olmadığını söylüyordu.Annem bana baktı.İçeri geçmemi istedi. Ben hemen onun odasına geçtim ve kapının iç tarafından izlemeye başladım.

Annem , kapının tüm sürgülerini çekti.Derin bir nefes aldı ve kapıyı açtı.Nurten Teyze, annemin karar değiştirmesinden korkar gibi hemen içeri daldı ve anneme sarıldı.

Gözlerime inanamadım. Sanki bambaşka biri vardı karşımızda. Pembe canlı yüzü solmuş, avurtları çökmüştü.Sanki aradan on yıl geçmiş de yaşlanmış gibiydi.Bedeni de gözle görünür şekilde zayıflamıştı.

Annem hemen kapıyı kapattı ve biraz geri çekildi.Nurten Teyze , gözleri yaşlı anneme bakıyordu. Bir şey söylemek istiyor ama sesi boğazında takılmış gibiydi.

 

Şimdi tam karşımdaki koltukta oturuyordu.

-Bu saatte rahatsız ettim, kusura bakmayın ne olur, diye başladı lafa. Sonra başını öne eğerek ,utangaç şöyle devam etti:

-Belki sizde vardır diye umut ettim. Bir parça ekmek bile olsa. Ahmet'im , bilirsin daha dört yaşında.Evde ne bulduysam verdim.Kalmadı.Bir şey kalmadı. Üç gündür bir elmanın kabuklarını suyun içine doğrayıp veriyorum. Ama o daha çok küçük..Gözümün önünde ölmesinden korkuyorum Selma..Zaten bir deri bir kemik kaldı. Sabaha kadar hırıltılarından ne ben ne babası uyuyabildi.Dün, babası caddedeki fırın açılacak diye söylemişti.Polisler bekleyecekmiş fırını.Her gün değil ama , bir gün. Bilemedin yarım gün.Ama tehdit etmişler adamı...Devrimciler mi neymiş, devletle çalışana derslerini verirlermiş..Açmadı fırını.Neyse işte, ne anlatıyorum ki..Ha , ne diyecektim.Ahmet, zavallıcık.Daha çok küçük..Biz güç de olsa dayanıyoruz...

Annem , bir heykel gibi ayakta dikilip onu dinledi.Hiç kımıldanmayacak sandım bir an..Sonra kararsız yüzü bana kaydı.'Lütfen' diyen bakışlarımı anladı.Sonra hala aynı şeyleri başa dönüp anlatan Nurten Teyze'ye baktı ve anlatısını keserek lafa girdi:

- Hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz. Ne yazık.Size verebileceğim fazla bir şeyimiz yok. Ama ben yarınki kendi payımı sanırım size verebilirim. Ben yarın akşam bir şey yemezsem ölmem..

Kadının yüzünde birden bir ışıldama belirdi.Yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti.Teşekkür ediyordu.Durmadan ve annem bir tabağa birşeyler koyup getirene kadar.Tabağı uzatırken:

-Ama lütfen kimseye söylemeyin, dedi annem. Bizde dahası var sanırlar.Bilirsiniz açlık işte.. Bu Ahmet'i iki gün idare eder.Gerçekten çok üzgünüm..

Kadın, minnetarlıkla baktı. Anneme sarıldı ve hızla kapıya yöneldi.Beş dakika sonra da Ahmet'in aşağıdaki ağlaması kesildi.

 

Ertesi gün öğleye doğru sokaktaki seslerin çoğalmasıyla bir gürültü koptu.Merakla pencereye koştum. Dolabı çekmeye çalıştım.Az olsa pencereye yaklaşabildim.Bir anda içeri giren ışık gözlerimi kamaştırdı.Tahtaların arasından küçük bir boşluk bularak sokağa baktım.Gördüklerim karşısında küçük dilimi yuttum nerdeyse.

Sokak haftalardır görmediğim kadar insan doluydu.Ellerinde poşetler, gazete arasında bir şeyler ve aynı hızlı adımlar. Ölmeden, birileri sokağı taramadan eve ulaşabilme telaşı.

Hemen annemin odasına koştum.

-Anne, sokakta garip şeyler oluyor, dedim. Anne kalk ,kalksana !

Çarşafın altından annemin başı çıktı önce.Saçları yüzüne dağılmış ve gözleri şişmiş..Şaşkın Şaşkın yüzüme baktı.Ben ise sokağı anlatıyordum ona. Gördüklerimi, sokaktaki insanları..Bir anda kendine geldi ve yataktan fırladı. Elinden tutup odamdaki pnecereye götürdüm.Pencerenin önünden çekilmiş dolabı görünce enseme şiddetli bir yumruk vurdu.Ama şimdi sokakta gördükleri, bana kızgınlığını unutturuyordu.Ağzı bir karış açık kaldı.Bir sokağa bir bana baktı.

Polisler, caddedeki fırını açtırmışlardı.Daha kepenkler açılır açılmaz insanlar dükkandaki un torbalarına saldırınca izdiham yaşanmış.Ama polisler havaya ateş açarak kısa sürede kalabalığı dağıtmış.Sonra da sıraya koymuşlar.. Anlatılanlara göre, Çkemece'nin tüm polisleri ordaymış.Pek inandırıcı olmasa da sebebini de ekleyince inandık:Devrimciler, halkın çektiği zorluklardan dolayı onları yanına çekmeyi düşünüyormuş.Ama şimdi bu koz ellerinden kaçıyordu. Bu da her an bir komplo kurabilecekleri anlamına geliyormuş.Görünmeyen bir yerden kalabalığa ateş açılsa, biri kurşunlara hedef olup yere kapansa diğerleri de dağılırmış.Böylece polislerin bu yardım planı işlemeyecekmiş.Bunu Nurten Teyze'nin kocası bize iki ekmek getirince anlattı.Ve şöyle bitirdi konuşmasını:''İşte bu sebepten olmalı her köşe polisler tarafından tutulmuştu.Biri bu hain planı gerçekleştirmesin diye.''

O gün karnımı bir güzel doyurdum.Küçülmüş midem kendisine gönderilen her parçadan kasılana kadar...

Fırın her gün ikindiden sonra bir saat açık olacaktı ve ekmek çıkarılacaktı. Bu saatler arasında da halka güvenlik sözü verilmişti.Böylece açlıktan ölme korkusu

 

yerini başka korkulara bırakır oldu.Annem fırına hiç gitmedi.Nurten Teyze'nin kocasına paranın iki mislisini veriyor ,ekmeği ona aldırtıyordu.

Umutlu günler başlamış olsa da pencereler hala sımsıkı kapalı ve elektrik kesik değilse bile evler hala karanlıktı.

Umut etmek her zaman güzeldi.Siyahın içindeki küçücük bir beyaz nokta bile yarının güzel olabileceğini haber veriyordu.Fırının açılmasından üç gün geçinceye kadar.

Sabah henüz başlamıştı.Nurten Teyze'nin kocası - ki ismini ne o zaman bilirdim ne de sonra sordum- az önce annemden ekmeklerin parasını almaya gelmişti.Her sabahki gibi annemden birkaç gün önce aldıkları bir tabak yemek için teşekkür etmeyi sürdürdü.Ve yine Ahmet'in o akşam o yemeği yemeseydi sabaha çıkamayabileceğini ekledi.Annem bıkkın gülümsemesiyle parayı uzatırken Bir şarkının nakaratını mırıldanır gibi aynı cümleyi söyledi:'Siz çok iyisiniz, size minnettarım'

Ben yüzümü yıkıyordum.Birden patlama sesleri ve kurşun vızıldamaları ..İrkilerek başımı banyonun üst dolabına çarptım.Sokağa bakan odaya girdiğim anda penceredeki cam parçalanarak odanın içine dağıldı. Annem , hemen arkamdan odaya daldı ve anlaşılmaz şeyler mırıldanarak üstüme kapandı.

-Ken, sakın kalkma.Kal öyle altımda

Kurşunlardan biri üstümüzden vızıldayarak odadaki karşı duvara saplandı.Babamın ayak seslerini duydum.Günlerdir evde bir hayaleti oynayan babam şimdi hemen kapının önünde duruyordu ve annemin vüzudu altında görebildiğim kadarıyla yüzü dehşetten sapsarıydı.

- Durma orda , diye bağırdı annem.Hemen geri çekil.

Beni sürükleyerek babamın ayak diplerine kadar götürdü ve odanın kapısını çekti.

- Ne oluyor?

Kurşunların sesleri ve sokaktan gelen bağrışmalar çağrışmalar bir anda kulağımızdan silindi.Babamın sesi birden evdeki tüm hava zerreciklerini doldurdu:'Ne oluyor ?'

Annemle kısa bir bakışmamız oldu.Babam nihayet iki kelime söyleyebilmişti.Günler sonra.

 

Sokakta silahlar patlıyor, birileri ölüyor, birileri haykırıyordu.Biz, bahçeye bakan odanın güvenilir bir köşesinde büzülmüş kalmıştık. Merak, içimizi kemirse de henüz bir şeyler anlamanın zamanı değildi.

Sonra silahlar sustu.Etrafta korkunç bir sessizlik başladı.Bir süre öylece sessizliği bekledik.

 

''Ölmüş' dedi annem pencereden baktığında. Bir saat sonra.

Yanına koşup sokakta gözlerimi gezdirdim.Sokağın bir çok yerinde kan birikintileri vardı. Ve polisler ambulansları korurken cesetler tek tek ortalıktan toplanıyordu.Binadan on metre ötemizde yatan adam bana tanıdık geldi.Elinde üç ekmek ,hala kollarının arasındaydı.Annemin 'ölmüş 'derken baktığı adam işte buydu.

Nurten Teyze'nin iki polis eşliğinde binadan çıktığını gördüm. Ayakta zor duruyordu.Başı baygın insanlarınki gibi önüne düşmüştü ve saçları aşağı sarkıyordu. Onu teselli eden polisler, küçük Ahmet'i susturacak bir şey yapamıyodu.Kadını bir biriketin üstüne oturttular.Polislerden biri, yerde yatan ,koıllarının arasında ekmek olan adamı gösterip bir şeyler sordu. Kadının çok geçmeden yere yığıldığını gördüm.Ahmet ise hala ağlıyordu.Ahmet'i kucağına alıp susturmaya çalışan polisin kendi gözyaşlarını sildiğini görmek o anın en ilginç resmi oldu beynimde..

-Devrimciler yapmış, diyerek başladı Nurten Teyze.O kahrolası hainler.Kargaşa ,kargaşa.Tüm istedikleri bu.

Annem sessizce onu dinliyordu. Kadın , başına siyah bir eşarp örtmüştü ve üstünde uzun bir etek vardı. Gözlerinden akan yaşlar, üst dudağında birikiyor ve konuşurken bu yaşları bir çırpıda alt dudağında emiyordu. Ağlamaktan kızarmış gözleri, bir bende bir annemde geziniyordu.Onu dinlerken , bakışlarımı, onların az eşyasız ve sade odasında , Ahmet'in eski ama hala desenlerini koruyan ehşap beşiğinde , iki gün önce ölen kocasının kitap ve gazete okuduğu masasında dolaştırıyordum.

'Ha ne diyordum, devrimciler işte. Baktılar devlet , insanını koruyor, karnını doyuruyor.Bu onlar için iyi olmadı elbette.Polisler zamanında gelmeseymiş, daha çok kişi ölebilirmiş.. Ah nasıl bu kadar zalim olabilirler? Ekmeğini alıp evine giden insandan ne isterler?Ama biliyorum tabi, ne istediklerini..Herkes bilir..Onlar huzur istemiyor. Tek istedikleri şey kargaşa.

Annem , Annesinin dizinde uyuyan Ahmet'in kömür siyahı saçlarını, uzun kirpiklerini izliyordu.Kadının hiç yüzüne bakmadı.

O gün sokakta ölen sekiz kişinin kimler tarafından öldürüldüğünü kimse bilemedi.Herkes birşeyler söyledi.Kimisi devrimcileri suçladı, kimisi polisleri.Ama onları öldürenler dışında kimse hiç bir şeyden emin değildi.Zaten her söylenenlerin ardından son nokta hep aynı kuşkuya konulurdu:''Ama bugünlerde kimin ne yapacağı belli olmaz. Polisler de yapmış olabilir, devrimciler de..'

 

 

ROJHAN BEKEN ( Yazar)
 
Mardinli, Eğitim Fakültesi Mezunu, İki Kürtçe Rock Albümü yaptı, şimdi roman yazmak derdinde.

'Serçe Katili ' adını verdiği ilk romanını yazmaya devam ediyor.
 
''Kanın tadını bir kere aldın mı hep ararsın o tadı , Yapışkan bir zehir gibi gözlerini maskeler;Kandan başka bir şey göremezsin.''
 
 
Bugün 2 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol