Dosya 4

-4-

 

   15 Temmuz 1980

Sıcak ve yapışkan bir nem vardı.Hastaneden eve dönüyorduk.Taksici camları kapatmış ve ben boğulmak üzereydim. Annemden camları aralamasını rica ettim. Daha tam iyileşmediğimi, cereyandan etkilenebileceğimi söyledi ve aralamadı.Taksici başıyla onu onayladı.Anayolda ilerliyorduk ama sağımda solumda tek tük geçen arabalar görüyordum.Bunların çoğu da resmi arabalardı.Sivil arabaların bazında bayrak dalgalanıyordu.Taksici her bayraklı araba geçtiğinde nara atıyordu:

''Hey kurban olduğum bayrak, solculara bu vatanı teslim etmeyeceğiz.'

Solcu kelimesi... Ne olduğunu bilmediğim ama son aylarda sürekli duyduğum kelime.Babamın tükürür gibi söylediği,annemin kutsal bir varlıktan sözeder gibi söylediği , kiminin aşağıladığı, kiminin yükselttiği... Ama bir şey vardı ki emindim bundan: Bu kelimeyi övünerek söyleyenler grubu hep fısıltı şeklinde konuşanlardı..Bir şeylerden korkarak ve söylemekten çekinerek.. Diğer grup ise ;tükürür gibi söyleyenler yani, yüksek sesle ve duyulmasını özellikle istedikleri bir güvenle söylerlerdi.Bunlar genelde konuşmalarını vatan, bayrak, Allah gibi kelimelerle süslerlerdi.İçimden geçen ikinci grubun meşru olduğuydu.

-Öyle değil mi, abla? Memleket çetin bir sınavdan geçiyor, geçecek bunlar.

Çenesine kadar uzanan Moğol stili bıyıklarının ucunu dudakları arasına alıp bir süre çiğnedi, aynadan annemi incelerken.Annem hiç oralı olmadı.Pencereden ıssız yolu, tek tük geçen arabalardaki insanları süzüyordu.

Taksici, bir ara bir kaset almak için direksiyonun altında bulunan bölüme eğilince annem o arada kulağıma hızlıca şunu söyledi:'çeneni sakın açma, polis bu adam''..

Aradığı kaseti bulamayınca radyoyu açtı.Radyoda bir Ege türküsü vardı.Türkü pat diye kesildi ve bir kadın sesi şu haberi verdi:

''Sayın dinleyicilerimiz az önce aldığımız bir habere göre istanbul CHP milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu Şişli'deki işyerinde silahlı saldırıya uğradı ve öldü.Gelişmeleri size bildirmeye devam edeceğiz.' Türküye kaldığı yerden devam etti yayın.Göğsün sarkacak diye emzirmedin bile ,afferin sana'

Taksici, arabayı durdurdu ve elini direksiyona koydu,bize döndü:

'Yanlış mı duydum , Cehape'nin milletvekili dedi , değil mi'

Annem kayıtsızlığını sürdürdü.Normalde bu kadar sessiz bir kadın değildi, hatta babamın deyimiyle 'bir dikiş makinası kadar sağlam bir çeneye ' sahipti.Kendisine sorulmasa bile mutlaka söyleyeceği bir çift lafı olurdu ve söylemese kriz geçirmesi olasıydı.Ama yine sustu, başıyla onaylamadı bile.

Taksicinin yüzünün genişlemesine ise şaşırdım. Gözlerinin içi gülüyordu ve bir ölüm değil bir müjde haberi almış gibiydi.Nedense annem buna da şaşırmadı.

-Cesaretinize kurban olayım ben, dedi taksici. Ne geliyorsa bu memleketin başına, solcudan gelmiyor mu? Biri gitti.'

Şirinevler Meydanını geçmek üzereyken taksici, gözlerini sağ taraftaki kalabalığa dikti. Yavaşladı ve durdu. Merakla o yöne baktım. Annem hala yolun diğer tarafına bakıyordu. Yirmiden fazla kişi pankartlar taşıyarak sloganlar atıyordu.Hepsinin başında bere vardı ve işaret parmaklarıyla orta parmaklarını havaya dikmişlerdi.Bir tavşan kulağı gibi.Taksici homurdandı,belli belirsiz bir şey mırıldandı.Görüntüden hoşlanmadığı ,hatta sinirlendiği belliydi.

Gösteri yapanlardan biri bir poster açtı.Posterde ellili yaşlarda bir adam üç hilalli bir bayrağın önünde poz vermişti.Bu resmi daha önce de birçok dükkan camında görmüştüm.-ve 'amir polis' cebini karıştırırken yere düşen gazete parçasında-. Göstericilerden bir diğeri cebinden bir çakmak çıkardı ve posteri tutuşturdu.Grup şimdi bir ayinde gibi tek ağızdan bağırıyordu:'Kahrolsun faşizm' .. Nerden geldiği belli olmayan bir kurşun posteri tutan adamın alnına saplandı, sonra bir diğer kurşun hemen yanındakine..Göstericiler sloganlarını kesmeden sağa sola kaçışmaya başladılar.

Yerde yatan iki adam ve hala dumanı tüten yanık resim.Taksici , mutluydu.Caddenin hemen köşesindeki banka şubesinin çatısında iki polisin hemen yan binanın çatısına geçtiğini gördüm. Birinin hala tabancası elindeydi.

'-Mükemmel bir gün ' diyerek gülümsedi taksici. Bıyık uçlarını bu sefer parmaklarıyla sıvazlıyordu.

Yolun bazı noktalarında polisler arabaları durdurup kontrol yapıyordu. Bazen şüphelendikleri bir arabayı bekletiyorlar, erkekleri,kadınları kelepçeleyip götürüyorlardı.Sokağa zorunlu olmadıkça kimsenin çıkmadağı bu günlerde çıkanlar eğer hasta değillerse bir başka 'niyetleri' vardı .

Bizim taksimiz de birkaç kere durduruldu ve her seferinde aynı şey oldu. Polis , şoförü görür görmez gülümsüyordu ve gülüşüyorlardı.Bekletilmeden ve aranmadan geçiyorduk. Anlaşılan hatırı sayılır ve önemli bir şoförümüz vardı.

Yenibosna çıkışına varmak üzereyken trafik yavaşladı ve beklemeye başladık. 'Bir kaza olmalı' diye mırıldandı şoför.Önümüzde otuza yakın araba yolun açılmasını bekliyordu. Yolun yan tarafındaki şerit sadece polis arabalarına açıktı ve bomboştu. Taksimizin o şerite kaydığını gördüm.Annem ilk defa bir şaşkınlık belirtisi verdi. Yan şeritin kullanılmasına hayret ettiğini ''aaa ' diye mırıldanarak gösterdi.Sırasını bekleyen arabalardan da kafasını çıkarıp homurdananlar oldu.

Sefaköy kavşağına vardığımızda yoldaki tıkanmanın bir kazadan kaynaklanmadığını gördük. Polisler bir arabanın çevresini kuşatmıştı.Arabanın içinde orta yaşta bir kadın elleriyle dizini döverek ağlıyordu.Arabada yaşlı bir adam ve benden daha küçük bir çocuk da vardı.Çocuk sürekli ağlıyordu ve yaşlı adam onu kucağında sakinleştirmeye çalışıyordu. Polisler ise arabanın her yerini didik didik arıyordu.Birden şoförümüzün baktığı yöne kaydı bakışlarım. Bir şeye dikkat kesilmişti ve yüzü sırıtkandı.Arabanın beş metre kadar uzağında yolun kenarındaki arazide onbeş yaşlarında bir gencin cesedi vardı.Boğazından akan kan başını kızıla boyamıştı.Hayır hayır ceset değildi, cesetler kımıldanamazdı.Kolunu kaldırdığını gördüm. Sürünmeye çalışıyordu galiba. Nefesimi tuttum. Polislerden biri :

-Ambulans çağıralım, hala yaşıyor, dedi.

Bir diğer polis ona döndü ve şaşkın bir ifade takındı.

-Ne dedin?

-Vurduğumuz çocuk, kaçan... Yaşıyor.Ambulans.

Üstüne sinen sinirli bakışlardan sesi gittikçe kayboldu,sustu.

Arabanın içindeki kadının gözleri yaralı gence kaydı ve avazı çıktığınca ağlamaya başladı.Bir şeyler söylüyordu.Sesini çok iyi duyduğum halde ne dediğini anlayamadım.Kadının bağırmasıyla yaşlı adam kadının baktığı yöne baktı.

- Komutanım oğlum yaşıyor, kurbanın olam ..

Türkçesi bizimki kadar temiz değildi ve harflerin çoğu genizden çıkıyordu.Boğuk ve balgamlı bir zeminden geçer gibi pürüzlü.

Şoförümüz , bir kahkaha attı,yaşlı adamı göstererek.

-Polise komutanım diyor ya, hay Allah'ım.Allah'ın Kürt'ü.

O anda hiç beklemediğim bir şey oldu. Kadın birden arabanın kapısını açtı ve dışarı fırladı.Yolu kenarlayan demir parmaklıklara varmadan kulağımı çınlatan şiddetli iki patlama ve kadının sırtından yükselen duman..Kadın ,sendeledi.Yaşlı bedeni öne ,arkaya doğru sallandı.Secde eder gibi yere kapaklandı.Yaşlı adam ise kucağındaki çocuğun gözlerini nasırlı elleriyle kapatmış ,çaresizce ağlıyordu. Kadın son bir gayretle başını kaldırdı ,yolun diğer yanındaki oğluna baktı ve hareketsiz kaldı.

-Kayıtlara aynen böyle geçirin., dedi polis yanındaki diğerine.Kontrol sırasında arabadaki sürücü polise tabanca doğrulttu , sonra kaçmak isterken vuruldu.Arabada bulunan kadın terörist ise kaçmaya çalışırken etkisiz hale getirildi.Yine arabada bulunan ve Tunceli nüfusuna kayıtlı olan Hüseyin Kaya, tarafımızca gözaltına alındı.

Polis, raporu telsizle uzaktaki bir kişiye aynen duyurdu.

-Peki küçük çocuk, dedi yanındaki.

-Siktiret onu.. Bir yakını çıkmazsa Çocuk Bakımevine bırakılsın.

Yaşlı adamı kelepçeleyip polis arabasına koyduklarını gördüm.Annem bunların hiç birini yine izlemedi.Bakmadı bile. O yolun diğer kıyısından geçen arabaları izledi.Bakışlarının şoförümüzle buluşmamasına özen gösterdi. Olayla ilgileniyormuş gibi bir imtina bırakmamak için dikkatli olduğu gözümden kaçmadı.

Şoför , anneme döndü:

-Hanfendi, izlememekte gayet haklısınız,dedi. Doğrusu kadının vurulmasına ben de üzüldüm.

Anneme bir süre baktı, bir şey söylemesini bekledi.Yol açılmıştı ve arabalar geçmeye başladılar. Bizim arabamız hala boş şeritte duruyordu. Polislerin bize çok kızacağını düşündüm. Az önce gördüklerimin bizim de başımıza geleceğini düşünüp panikledim. Yanıldım. Polisler, şoförümüzün selamını aldı, gülüştüler.Normal yola ,diğer arabaların arasına kayıp devam ettik.

Yol boyunca taksi şoförünün annemi sürekli gözlemlediğini, havadan sudan laflarla onu konuşturmaya çalıştığını gördüm. Annem hiç birine cevap vermedi.Hatta başını dayadığı pencere camından hep dışarıyı izledi ve bakmadı bile.Bunun sebebini arabadan inip binamıza girdiğimizde söyledi:

- O adam şoför değildi ,Ken.Mitte çalışıyor o adam.Bugünlerde hep susmalıyız. Hiç kimseyle ama hiç kimseyle konuşmamalıyız.Senin de hiç konuşmadığın iyi oldu, afferin.

O Günlerde olanları anlayabilmem, düşünceleri ayrıksayabilmem olanaksızdı elbette.Bugünlerin ne demek olduğunu yıllar sonra bilecektim.

-

Annem Şivan Perwer'in bir şarkısını dinliyordu.Kendi dilinde ağıt yakar gibi şarkı söyleyen bir sanatçıydı.Sesinde ağlamaklı titreşimler vardı, çok derin acılardan bahsettiğini -dilini anlamasam da - tahmin ediyordum.Bu sesi küçüklüğümden beri bilirdim.Ama teybin sesi artık kısıktı.Kürtçe şarkı dinlemenin yasak olduğunu ve hapislik suçu olduğunu söylerdi.Bir dil neden yasaklanırdı?Bir şarkı dinlemenin kime ne zararı vardı?Anlamak güçtü.

Eve geleli bir saati geçmemişti.Henüz annemle bir şey konuşmamıştık bile. Eve gelir gelmez beni yatağıma bırakmıştı:' Biraz dinlen!' diyerek, sonra mutfakta bir sigara içmişti ve sonra teybe Şivan Perwer'in kasetini koyarak kanepeye uzanmıştı.Yanıma gelmesini, hatırımı sormasını, hastane günlerimin nasıl geçtiğini sormasını bekledim. Elif'i bile sormadı bana. Neden kucağına atıldığımı ,neden ağladığımı?Onu bile merak etmedi.

Tuvalete gitmek için kalktığımda hala kanepede olduğunu sanıyordum.Yoktu. Odalara tek tek baktım.Banyodan gelen fısıltılara dikkat kesildim.Ayaklarımın ucuna basarak yaklaştım.Kulağımı banyonun kapalı kapısına dayadım.Annem, kapının arkasında başka bir kadınla konuşuyordu.Duyabildiklerim aynen şöyleydi:

- Zaten senden şüphelenip duruyoruz, ben yoldaşları zor ikna ediyorum bak. Yani seni tanımasam...

-Ya vallahi tesadüf.Nerden bileyim adamın MİT'ten olduğunu?

-Dikkatli olmalısın,Bu son bak. O adamın taksisine binmemeliydiniz.

-Tesadüf diyorum.Hastaneden Ken'i almak için hemşireden bir taksi çağırmasını rica ettim. Bu adam geldi.

-Onu anladım. Gözüm sen bu işte acemi misin?Şıp diye anlaman lazım artık.Kimin Kim olduğunu..

-Anladım ama şüphelenmemesi için yola devam ettim.Bir şey konuşmadık ,merak etme.

-Bakalım, umarım Kerim'i ikna edebilirim. Senden çok şüpheleniyor. Biliyorsun , güvendiğimiz bir yoldaş tek tek ihbar etmişti bizi.Adresler değişene kadar kaç şehit verdik.

Birden kapı açıldı, ve ben boş bulunup annemin kucağına yuvarlandım.Şaşkın şaşkın yüzüme baktı.Annemin arkadaşı:

-Ne zamandır burdasın Ken? diye sordu,yüzüme dik dik bakarak.

-Şimdi ,şimdi geldim. Annemi bulamayınca..Şeyy,tuvaletim geldi de , diyerek yanından sıvışıverdim.

Arkamdan şunu söylediğini duydum:

-Ah, geçmiş olsun bu arada Ken, seni iyi gördüm.

Cevap vermedim.Annem bana, tuvalleteyken konuşulmaması gerektiğini daha önce öğretmişti.Kapının açılıp kapandığını duydum ,gitmişti.

Annemi kanepede düşünceli düşünceli otururken gördüm.Ellerini yüzüne kapamış, öylece duruyordu.

Yanına yaklaştım.Kanepe kenarına sıçradım, oturdum.

-Anne?

-Şışşşt!

-Anne , ben çok korkuyorum.

-Şışşt dedim. Arabadan inerken söylediğimi hatırla.

-seninle de mi?

-Benimle de...Hiç kimseyle..Konuşmak yasak.

Ciddi görünüyordu. Annemi hiç böyle sessiz ve 'konuşmaz ' görmemiştim.Yaramaz bir çocuk gibi hiç durmadan konuştuğu, koşuşturduğu günler henüz geçmişte sayılmazdı. Hastaneden çıktığımdan beri bambaşka bir anne görüyordum .Oysa konuşmak istediğim şeyler vardı.Örneğin babam..Nerdeydi babam.?Hani o da iyileşmişti?Neden bizimle dönmemişti.Ne zaman ağzımı açsam annemin elleriyle ağzımı kapatması bir olmuştu.

Annem yanında oturduğumu unutmuş gibiydi. Kendi dünyasında bir iç hesaplaşma içindeydi.Eline dokunduğumda ürperdi, elini irkilerek çekti.

-Korkuttun beni,yapma şunu, dedi sertçe. Sonra bana baktı, yüzümde dolaştı gözleri.Kocaman yeşil gözlerine yağmurlu günlerde gördüğüm büyük kara bulutlar yerleşti.Aylar sonra ilk defa beni görmüş gibi yüzümün tüm ayrıntılarına, gözlerime, dudağıma, burnuma baktı, baktı..Kolllarını açıp beni göğsüne çekti, laventa kokan gömleği kirpiklerimle oynaştı.

-Ah, çok zor günler bunlar, dedi.Sana , babana bir şey olmasın diye çok kötü bir şey yaptım.

-Bir serçe mi öldürdün ?

Yüzümü göğsünden çekip avuçlarına aldı:

-Bir ne öldürdüm?

-Serçe, hani otların arasına attığımız ekmek parçalarını yerler ya

-Serçenin ne olduğunu biliyorum, dedi lafımı keserek. Sonra bana , sesime öykünerek, 'Bir serçe mi öldürdün ' demek de ne oluyor?

Ona anlattım.Balkondan attığım saksının altında ölen serçeyi.Sonra kazıdığım küçük mezarı ve onu nasıl gömdüğümü..

-Bana kızmayacak mısın? diyerek bitirdim sözlerimi.

'Ah,Ken.' diyebildi sadece.Beni tekrar göğsüne çekti.Sarkmasın diye içindeki sütü benden esirgediği meme uçlarının burun deliklerime sivrildiğini farkettim.Babam ona kızdığı zamanlrda, onu yermek istediği zamanlarda hep söylediği o cümle kulağımda yankılandı:''

--

 

Kapının gıcırtısıyla gözlerimi açtım.Annem kapıdan başını uzattı:

-Hadi ken, yemek hazır. Patatesli pilav hazırladım.

Kalktım.Elimi yıkadım. Aynadaki yüzümü inceledim. Koyu sarı saçlarımın perçem perçem döküldüğü alnımda hala yara izleri vardı.Kırmızı iki çizgi görünüyordu. Annem yakında bu çizgilerin de geçeceğini söylemişti.Boynumdaki morluklar artık belirsizleşmişti.Şişkin gözaltı torbalarımın da hafiflediği söylenebilirdi.Her şey yolunda görünüyordu. Yüzüme suyu çırptım.Tam havluya uzanmıştım ki bir şey aynanın içinden hızla üstüme atladı. 'Bir kuş ölüsü, bir ölü serçe'..Çığlık attım, havluyla sağımı solumu - boşluğu - dövüyordum. Annemin ayak seslerini duydum.

-Ken, ne oldu?N e bu bağırtılar?

Döndüm, annem bana bakıyordu.

-Serçe, dedim titreyen sesimle.Serçe buradaydı.

-Ken!

Beni aldı, yüzümü kuruladı.Banyoda kuş falan olmadığını bunu uydurduğumu söyledi. İnanmasını sağlayacak bir şey bulamadım çevremde.Sustum. Oysa öyle canlıydı ki..Ben gördüğümden emindim.

Patatesli pilav sevdiğim bir yemekti ve başka bir zaman olsaydı iştahla yiyebilirdim de..Birden midemde biriken ekşi sular boğazıma kadar geldi.Orda biraz bekledi ve tekrar yuttum.

-Anne, ben yiyemeyeceğim.

Annem tabağı biraz daha önüme itti.Kaşığı elime verdi .

- Ne demek yemeyeceğim. Yemezsen gözlerinin altındaki o torbalar şu poşetler kadar büyüyüp moraracak, dedi ekmek poşetini göstererek.

Sonra daha keskin bir sesle , daha sertçe emretti:

-Ye dedim, hemen !

Yedim.Bir kaç kaşık da olsa. Annem her sinirli bakış fırlattığında bir kaşık daha. Bu arada radyoda yeni bir haber veriliyordu:

''Bütün yurtta anarşi olayları devam ediyor. Gaziantep, Bursa, İzmir, Artvin, Samsun, İstanbul, Trabzon,Urfa ve Adana'da meydana gelen olaylarda toplam 13 kişi öldürüldü. ''

-Anarşi ne , dedim , yemeğimi bitirmiş olmanın rahatlığıyla.

-Şışşt!

Radyodaki haber ikimizin bakışmasına sebep oldu:

'İstanbul Sefaköy'de rutin kontroller sırasında polisle çatışmaya giren terörist bir kadın ve 18 yaşındaki oğlu öldürülerek etkisiz hale getirildi..Aynı arabadaki erkek terörist ise sağ olarak ele geçirildi.''

-Hüseyin Kaya , dedim anneme bakarak..

- Kim ?, dedi gözlerini kırpıştırarak.

Kim olduğunu söyledim. Annem kaşığı elinde tutarak bana baktı:

-Beynini hep gereksiz şeylerle dolduruyorsun, ama itiraf etmeliyim ki, sende müthiş bir hafıza var.Bana çekmiş olmalısın'

Bu bir övgüydü galiba.

Radyo şimdi bir Edirne türküsü yayınlıyordu.Oynak , neşeli ve dertlerden uzak. Dertli ve iç savaş yaşayan bir ülkenin neşeli türkülere de ihtiyacı vardı elbette..Hele hele her haberde geçen 'ölü' kelimesinin mide burktuğu dakikalardan sonra..

--

 

Babam hakkında soru sormanın zamanı gelmişti.Hem aramızdaki konuşma yasağını da delmiştik artık.

Hemen yanımızdaki caminin hopörlörlerinden ezan sesi yükseldi.Birazdan hava kararacak ve her şey daha da sessizleşecekti.Korkunun ışıkları açtırtmadığı ve karanlığın her tarafa hakimiyet kurduğu saatler. Sokağımızda ve tüm sokaklarda.. Tüm ülkede belki de.

Annem , mum ışığında kitap okuyordu. Uzandığım kanepeden kitap kapağındaki Yaşar Kemal adını okudum.Oldukça kalın bir kitaptı.Annem kitap okurken onunla konuşmak yapabileceğim en aptalca şeydi.Ki bu bugünlere has bir durum da değildi.Bildim bileli, hep..Sayfa çevirmesini fırsat bilecektim ve o arada babamı soracaktım.Fakat her seferinde daha ben ağzımı açmadan hızlıca çeviriyor ve ilk hece ağzımda kalakalıyordu öylece.Bu böyle sürdü gitti.

Tam pes edip gözlerimi kitaptan almıştım ki, annem bana döndü:

-Sabah uyandığında yoksam merak etme,dedi. Babanı görmeye gideceğim.Oldu mu?

Aradığım fırsatı kendisi vermişti.Hemen kalktım ve yanına sokuldum.

-Anne, merak ediyorum, babam ...?

Lafımın bitmesine izin vermeden hemen atıldı:

-O iyi, dedi konuşmanın hemen bitirilmesini umarak.İyi ve yakında burda olacak.

-Peki ama, Elif iyi olduğunu söylemişti.Neden hala orda?

-Elif?

-Hemşire..Bana babamın iyi olduğunu söylemişti.

Kitabın arasına bir ip geçirdi.Masaya bıraktı.Babamın iyi olduğunu tekrarladı.En geç hafta sonu hastaneden çıkarılacağını söyledi.Bugün Salı'ydı..Demek ki babamla buluşmama üç gün vardı.Sevindim. Gülümsedim. Odama koştum. Uzandım..Derin bir uyku beni bekliyordu.

ROJHAN BEKEN ( Yazar)
 
Mardinli, Eğitim Fakültesi Mezunu, İki Kürtçe Rock Albümü yaptı, şimdi roman yazmak derdinde.

'Serçe Katili ' adını verdiği ilk romanını yazmaya devam ediyor.
 
''Kanın tadını bir kere aldın mı hep ararsın o tadı , Yapışkan bir zehir gibi gözlerini maskeler;Kandan başka bir şey göremezsin.''
 
 
Bugün 9 ziyaretçi (19 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol