Dosya 3

8 Temmuz 1980 İstanbul , Cerrahpaşa Tıp Fakültesi

Bir el saçlarımda dolaşıyordu.Gözlerimi açtım. Elif'in gamzeleri iyice çukurlaştı.Gülümsedi.

-Günaydın ! Bu gece çok güzel uyudun. Sen uyurken yanına oturdum ve yüzüne baktım.

Keşke her uyanış bu kadar iyi ve güvenli olabilseydi.Kendimi bugün şanslı sayabilirdim.Gülümsemeye çalıştım.

-Eminim, neler olduğunu merak ediyorsun. Buraya getirilirken baygındın çünkü.Ama bil ki , çok şanslısın. Ölümün kenarından döndün çocuğum!

Buna sevinmeli miydim bilmiyorum. Gördüklerimle ve yaşadıklarımla bir ömür geçirmek daha korkutucu değil miydi?

-İster misin anlatmamı?

Evet dedim başımı sallayarak. Sesi mi duydu mu ,bilmiyorum.

- Altı gün .Seni getirdiklerinde kalbin güçlükle atıyordu. Durmak üzereydi de diyebilirim. Vücudun kasılmış ve kendinde değildin. Seni görür görmez ilgilenmek istedim.Çünkü....

Sustu, yüzüme baktı. Gözlerinin derininde hiç bir kelimenin dillendiremeyeceği bir acının ateşini yakaladım.'Çünkü' kelimesi , dudağında asılı kaldı.Uzun bir sessizlik oldu. Kalktı.Yüzünü şimdi göremiyordum. Onu böyle üzgün ve perişan görmek bana bir kalbim olduğunu hatırlattı. Tanrım, başka birinin derdi için üzülüyordum. Bir başkasının acısı...Bunu yapamayalı ne kadar uzun zaman geçmişti oysa.

Cebinden bir mendil çıkardı. Yüzünü, gözlerini temizledi. Bana döndüğünde kırmızı lekeli göz akını hemen farkettim.

Tekrar yanıma oturdu. Elimi avucunun içine aldı.

Anlatmasını beklemedim.O da anlatmadı. Söyleyemediği o şey, merak ettiklerimi bende bıraktı öylece.

- Artık iyi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Üstelik sana iyi bir haberim daha var. Baban dün gece hayati tehlikeyi atlattı.Büyük ihtimalle yaşayacak.Bence sen buna kesin gözle bak, dedi gülümseyerek.

Bir şey daha öğrendim böylece. Babam da bu hastanenin odalarından birindeydi. Hayati tehlikeyi atlattığı söylendiğine göre ,kötü şeyler yaşamış olmalıydı.Az önce Elif için duyduğum endişeyi neden babam için duymadığımı sorgulamadım.Hem içimde biriken o kadar soru vardı ki yenilerinin artık pek de bir önemi yoktu.

Yan tarafımdaki hasta kıpırdandı.Bize doğru döndü. Gözlerini açtı.Yanımda oturan Elif'e baktı.Elif, ona da gülümsedi.

- Bugün güzel bir gün. Diğer hastamız da nihayet kendine gelebildi.

Tam bu sırada bu güzel günü mahveden bir gelişme oldu. Kapıyı çalmadan üç polis içeri girdi.Biri de kapının yanında bekledi.Elif , küçük bir kız çocuğu gibi hemen toparlandı ve ayağa kalktı.

-Doktorun izni olmadan buraya böyle giremezsiniz, dedi.

Polislerden ikisi daha önce yine bu odaya gelenlerdi.Üçüncüsünü ilk defa görüyordum.

Polisler Elif'e cevap vermedi.Onu görmezlikten geldiler. Yanımdaki hasta hemen gözlerini kapatmış ve uyuyor gibi yapmaya başlamıştı. Ama gözlerini kapamadan önce üçüncü polise nasıl korku ve tiksintiyle baktığı gözümden kaçmamıştı.

Polislerden genç ve kumral olanı yanıma geldi.Başımı diğer tarafa çevirdim. Parmaklarıyla çenemi kavradı ve başımı tekrar kendine çevirdi.

-Küs müyüz ? dedi.Hiç bir şey söylemedim. Çenemi , elinden kurtarmak için başımı çektim.

Üçüncü polis ise yan tarafımda uyuyan - uyuma taklidi yapan- çocuğun yatağına oturdu. Çevresini inceliyordu ve hangi çerçeveden bakarsa baksın , bakışlarının sonu hep bende noktalanıyordu. İçimde müthiş bir korku oluşuverdi.Daha önce gördüğüm iki polisten hiç böyle korkmamıştım.Bunun yüzünde başka bir ifade vardı. Tanımlayamadığım ve nedenini çözemediğim..

Yüzünde şark çıbanı olan polis ise sandalyeyi çekti ve oturdu. Dünkü neşesi ve sırıtkanlığı yoktu.

Elif ise ayakta bekliyordu. Çıkması gerektiğini düşünüyor ama bizi polislerle aynı odada bırakmaya da razı olamıyordu.

Yanımdaki polisin benimle bu şekilde ilgilenmesinden ise çok rahatsız olmuştum. Onları ne görmek ne de duymak istiyordum.

- Babanın iyileştiğini sana söylemişlerdir.Kusura bakmasın. Önemli bir kadının kocasıymış.Sen de o önemli kadının çocuğusun doğal olarak..

Sesinde alay var mıydı, ciddi miydi çözemedim. Düz, ifadesiz ve soğuk bir sesti.Sonra Elif'e döndü:

- Bu çocuğa gözünüz gibi bakın hemşire. Ondan en ufak bir şikayet gelmesin.Oldu mu?

Elif , cevap vermedi. Bakışında bir anlatım yoktu.

Yan tarafımda yatan çocuğun çarşaf altında titreyen omuzlarına ve vücduna takıldı gözlerim.Ve yanında oturan polisin elini çarşafın altına soktuğunu gördüm. Tanrım! Polis, çocuğun kalçasını avuçlayıp sıktı ve bir şey olmamış gibi bakışlarını üstüme dikti.Sonra eğildi ve çocuğun kulağına bir şey fısıldadı.Çocuk ise herhangi bir harekette bulunmadı.

''Susma Ken, Susma! İyi olabil, kötü olmayı seçme '

Elif, masanın üstündeki dergiyi aldı ve kime söylediği belli olmayan bir sesle

-Doktora haber vermem gereken şeyler var.Hemen döneceğim.

Üçüncü polis , ilk defa Elif'e baktı, oturduğu yerden kalktı.Sandalyede oturan arkadaşının yanında durdu ve elini arkadaşının omzuna koydu. Elif'e döndü :

- Söyleyin doktora, hemen çıkış raporlarını da hazırlasın, dedi.

- Söylerim, dedi sadece Elif ve çıktı.

O kısacık zaman ne kadar uzun geçti , sanki her saniye kendi içinde yüzlerce saat doğurmuştu. Elif'in odadan çıkmasıyla kendimi -ve diğer iki hastayı - işgal altında terkedilmiş bir köy gibi gibi görmeye başladım. Düşman kuvvetleri altında kalan yurdumu anımsadım.Babamın kış geceleri bana anlatttığı Kurtuluş Savaşı'nı. Yabancı askerler ülkemize saldırdığında nasıl birlik olduğumuzu ve düşmanı nasıl topraklarımızdan kovduğumuzu anlatırdı.Atatürk'ün Kurtluş Savaşını2nı başlattığını nasıl da coşkuyla anlatırdı.Her şeyy zaferle bitmiş olsa da unutulmaz acılar geçmişti ülkemden..yakılmış yerle bir edilmiş şehirler ve ölüler,ölüler..Beni hep en çok etkileyen 'esir' hikayeleri anlatırdı.Her hikayede esir olmaktansa ölümü özleyen kahramanlar olurdu.Ve bunlar ölmezdi, şehit olurdu. Babam öyle derdi. ''Yurdu için savaşan ve ölenler şehit olurdu.'' Bana bugünlerde yurdumda savaşmadan öldürülenlerin ne olduğunu ve öldürenlerin kim olduğunu anlatan birileri de olmalıydı.

İşte o esir hikayelerinden biri geçti düşüncelerimden.Ben, ve isimlerini bilmediğim biri benden birkaç yaş büyük ,diğeri daha büyük iki hasta..Odada üç esir ve neyin kimin kuvvetleri olduğunu bilmediğim dört polis..

Elif'le doktor odaya girdiklerinde derin bir nefes aldım. Kır saçlı ve kısa boylu doktor çok gergin duruyordu. Polislere bir belge uzattı.

-Başhekimi kim nasıl ikna etti bilmiyorum ama bu yapılan çok yanlış. Bu iki hasta en az dört gün daha burda kalmalı.Fakat madem çıkış belgeleri var, karşı koyamam.Bu yetkilerimi aşan bir konu..

Sonra sandalyede oturan polisin yanına geçti. Yutkundu, önüne baktı. Söyleyeceği kelimeleri seçer gibiydi. Diğer iki hastaya baktı , gözleri dolmuştu. Polise döndü ve yumuşak ama acılı bir sesle şöyle dedi:

- Diğer arkadaşlarınız henüz çok genç ve evlat sevgisini henüz tadmamışlar.Ama siz eminim bir babasınız.Bu çocuklar her ne yaptılarsa ...Neyse söylemek istediğim şu... Şey.. Yalvarırım size , içinizde merhameti eksik etmeyin.O Allah'ın insanlara verdiği en büyük nimettir.Merhamet..Lütfen , bunu unutmayın.

Bir an polisin çok öfkeleneceğini ve doktora zarar vereceğini bekledim. fakat Korktuğum olmadı . Doktor da bundan cesaret alarak devam etti:

-Sizden ricam, bu kelimeyi hep kalbinizin kenarında bir yerde tutun.O , bir gün herkes için lazım olabilecek bir mücevherdir...Belgeler burda, Şimdi isterseniz bu iki hastayı alın ve katilleri olmayı vicdanınıza yedirin.Söyleyeceklerim bu kadar.

Doktor, bunu söyledikten sonra Çıktı.Polisler , bakışlarını birbirinden kaçırdı.Bu sihirli sözcük onlarda ne kadar süreyle etki yapardı bilinmez ama en azından bir işe yaramıştı.Sandalyedeki polis ayağa kalktı, Elif'e :

- Üç gün yeterli mi? diye sordu.

Elif'in yüzünde bir anda huzurun çizgileri boyandı. Pembe pembe oldu yanakları. Gözleri ışıldadı.

- Yeterli değil elbette.Ama şu anda alıp götürmenizden çok daha iyi, dedi

Polis, diğer arkadaşlarına kalkıyoruz anlamında işarette bulundu , kalktılar. Elif ,onlar çıkmadan arkalarından seslendi:

-Efendim?

Polis dönüp baktı. Elif'in ne söyleyeceğini ben de merak etmiştim. Elif:

-Çok teşekkür ederim, Çok.. diyebildi. Polisler çıktılar.Ve çok şükür üzücü bir şeye tanık olmadan o gergin dakikalar sona erdi.

Elif bana gülümseyerek ve bir şarkı mırıldanarak odadan çıktı.

Beynimde şimdi bir kelime yankılanıyordu :'Merhamet! Merhamet! '' İçimde neyin eksik olduğunu bulmuştum. Kalbimde bir türlü oluşturamadığım ve içime yerleştiremediğim duygu.

''Bir serçe öldürmüştün Ken.Küçücük bir serçeydi.Onu bir saksı altında ezerek öldürdün.'

İçimde bir çığlık tüm damarlarımı titretiyordu. Gözlerimi açtım ve yaşların özgürce yastığımı sırılsıklam etmesine izin verdim. Gittikçe gözümde damlalar büyüyordu ve başımın altındaki yastık sulara gömülüyor gibiydi. Yan tarafımda yatan çocukla gözgöze geldim.

Uzun kirpiklerinin gölgelediği yüzünde aynı yaşları gördüm.

Çocukluğun ilk döneminde bir hastane odasında , yaralı bedenler ve yaralı ruhlar..Hayır Ken dedim içimden..Merhamet eden zayıf olur, ezilir, hep başkasının keyif çerezi olur.

Merhamet ..Merhamet mi? Hadi canım, geç onu. O kelime bir masalın içinde kalmış eski bir zaman büyüsüydü.

Vücudumun tüm sinir uçları uyku uyku diye inliyordu .Uyuyamıyorum ama. İçimde kısacık ömrümün hesaplaşması vardı.Bir serçe , bir polis , annem ve babam bir masada tartışıyordu:'Ken, merhametli biri olsun mu, olmasın mı?'

Çocuğun çarşafındaki kurumuş kan lekesine kilitlendi gözlerim.

Üçüncü polisin göründüğü an , çocuğun korkuyla çarşafın altına saklanması.

Ve çocuğun kalçaları bir avucun içinde sıkılıyor.

''İyi olmaya taraf değilsen kötü olmayı seçersin Ken.'

***

- Güzel rüyalar görüyor olmalıydın , yüzünde neşemsi bir gülümseme geziniyordu.

Elif'le gözgöze geldim , gözlerimi daha açar açmaz. Nasıl bir rüyadan uyandığımı hatırlayamadım ,ama güzel bir rüyaysa kesinlikle 5 yaşımdan önceki bir günümün anlatısıdır.Kutlayamadığımız doğum günümden önceki bir gün yani. Henüz bir serçe öldürmemişken ve kötü olmanın sırrını keşfetmemişken...

Birden plastik hortumların artık ağzımda ve burnumda olmadığını farkettim. Bu güzel bir zamandı. Yan tarafımda yatan hastaya baktım.Küçük olanına. Onun da hortumu alınmıştı. Kendimden çok ona sevindiğimi söylesem hanginiz bana inanırsınız ki?

- Artık benimle konuşabilirsin, dedi Elif. Bu anı günlerdir bekliyorum.

Saçlarını topuz yapmıştı , bir tutam saçın beyaz ensesinde oynaştığını gördüm.

-Adım Ken, diyebildim.

-Biliyorum, ilginç bir adın var, dedi yanıma otururken.

- Annem koymuş adımı.Onun dilindeymiş.

-Ah, evet , onu da biliyorum. Sen uyurken annen geldi. Kısa bir süre odanda kaldı ve gitti.

Birden içimde bir bardak kırıldı sanki.Keskin parça köşeleri tek tek etlerimi kesti.

-Annem mi?, diyebildim, boğuk ve duyulmamaya meyilli.

-Evet, geldi ve yanında oturdu. Çok telaşlı bir hali vardı ama. Acilen bir yere gitmesi gerekir gibi. Sormadım, anlatmadı.

Keşke bunu bilmeseydim.Buraya geldiğini ve ben uyanmadan gittiğini.

-Neden beni uyandırmadınız?

Elif , parmağındaki yüzüğü ovarak parmağından çıkardı.Serçe parmağının uç kısmıyla yüzüğün içini sildi.Sonra tekrar parmağına geçirdi.

-Neden? Beni neden uyandırmadınız?

Ah, tüm güzel anları mahvetmeyi nasıl da bilirdim. Gülen bir yüzü anında gölgelendirmekte üstüme yoktu.

Belki sorumun söylenmeyecek bir cevabı vardı. Belki de beni üzecek ,incitecekti.Ve İşte Elif bunu söylemek istemiyordu.

- Beni seviyor, beni seviyor ve değer veriyor, dedim içimden. Sorduğum sorunun tam da bir anlamı kalmamışken konuştu:

- Seni uyandırmamı istemedi.Dedim zaten, fazla kalmadı.

Pencereden açık bulutsuz , beyazın içine girmiş buz mavisi göğe baktım. Güneş şimdi tam tepedeydi ve dışarda bir hayat vardı.

-Beni öptü mü peki?

Bunu neden sordum ki? Bu boş bulunma anlarıma sinir olurdum.Elif, elimi avuçlarının arasına aldı, eğildi.Şimdi nefesini yüzümde hissedebiliyordum.Karanfilli sakızlardan birini çiğnediğine bahse girerim. Sokağımızda köşedeki bakkaldan aldığım karanfilli sakızlar gibi kokuyordu nefesi..İçimde bir dönem canlandı o an. Parayı alır almaz sokağa fırladığım ve bakkala gidene kadar hiç durmadan koşarak vardığım sabahlar..

Bakkal Hasan Amca, beni görür görmez hemen sakızımı verirdi.Bu aramızda bir anlaşma gibiydi.Sabah bakkala gitmişsem alacağım tek şey bir karanfilli sakızdı..Saçları tepesine kadar açılmıştı ve numaralı gözlüğünün arkasında birer çizgiden ibaret kalmış gözleri vardı. ve pantolunundan sarkan göbeğini hoplatarak gülerdi , ben sakızımı alıp tekrar koşarken.Sonra Minti sakızları çıkınca karanfilli sakızlar albenisini kaybetmişti. Hem Minti sakızlarında televizyonda, sinemada gördüğümüz artist resimleri de vardı. Ve numaralı bu resimlerle alt mı-üst mü oyununu oynamaya bayılırdık.

-Ah, uykun var galiba küçük meleğim, dedi Elif.

Gülümsedim. Özlediğim o karanfil kokusunu içime çektim.

-Bir karanfilli sakızın var mı?

Önce şaşırarak yüzüme baktı, sonra gamzelerinin çukuru iyice derinleşti ve bir kahkaha attı.

-Seni cin seni. Cebimde olduğunu nerden bildin..?

Gerçekten de cebinden sakızı çıkardı ve yastığımın kenarına koydu.

-Ama şimdi çiğnemeyeceksin..Daha sonra. Anlaştık mı? , dedi

-Anlaştık, dedim.Yastığımın kenarında duran sakıza baktım.

Çocuk - bir adı vardı elbette- , kıpırdandı ve omzuna düşmüş çarşafı başına kadar çekti.Onu işaret ettim Elif'e.

-İyi mi o da?

Ona içerleyerek baktı. Gözlerinde bir merhamet ışığı dalgalandı.

-İyi..Şimdilik...

-Onun gitmesine izin vermeyin.Ne olur! O adamlara bırakmayın onu.

Elif, avucundaki elerimi bıraktı ve gözleri az önce yastığımın kenarına koyduğu sakıza daldı.

-Bunu yapabilmeyi çok isterdim Ken, dedi titreyen bir sesle. Ne yazık ki yapamam. Gözaltındayken olanlar olmuş.Ve devlet onu tutuklamak istiyor.Onu ve yanındaki amcasını..

Amcası?? Şu ana kadar hiç uyandığını görmediğim genç adam.. Pencerenin kenarında yatan ve vücudu darbelerle delik deşik olmuş adam..Amcasıymış demek ki.

-Amcası onun kadar şanslı değil ama, diye sürdürdü anlatmasını Elif, O galiba gözlerini hiç açamayacak.

Çok üzülmüştüm. Elif'in parmakları gözlerimde biriken yaşları silene kadar ağladığımı farketmedim.

- Bir başkası için üzülebiliyorsun Ken.Ama bir başkası bunu yaparken asla üzülmüyor. Sen iyi birisin Ken, iyi bir yüreğe sahipsin.

Bilmiyordu elbette. Bir serçe öldürdüğümü ve balkonumuzdan bir film izler gibi bir adamın öldürülmesini izlediğimi...Söylese miydim bunu? Söylesem yine sever miydi beni?

Saate baktı, telaşla kalktı:

-Ah, özür dilerim hemen gitmem lazım,dedi. seni çok yordum, affet!

Elimi dudağına götürdü, öptü ve gülümsedi.

-Çok tatlısın Sen.Seni çok sevdim. Dost olalım olur mu? , dedi kapıdan çıkarken.

Cevabımı beklemeden, 'Ben de seni çok sevdim, hep gel' dememi beklemeden.

Uzadı dakikalar tekrar.Elif'in söylediklerini tekrar tekrar düşünüyordum. Her cümlesini, her kelimesini zihnimde tekra canlandırıyordum.

-Çok tatlısın Ken!

Yok yok öyle dememişti, yani adımı söylemeden söylemişti bunu:

-Çok tatlısın sen!

-Seni çok sevdim.

Ben de , ben de diye cevap verdim bu tekrarlarda. İçimde bir bahar yeşeriyor gibiydi.Tanrı, bu berbat günlerde beni mutlu etmek için göndermiş olmalıydı.Elif bir hemşire değil belki de kanatlı bir melekti. Gündüzleri hastanede dolaşan ve moral veren bir melek.Geceleri de kanatlarını açıp göklere yükseliyordu.Tıpkı Hayriye Teyze'nin bana anlattığı peri masallarındaki gibi.

***

Uyandığımda hava kararmak üzereydi.Odada birimiz eksiktik. Çocuğun amcası...Yatağı boştu ve çarşaf toplanmıştı. Elif'in söylediklerini anımsadım.:''O, galiba gözlerini hiç açamayacak.''

İçim burkuldu. Hiç tanışmadık onunla ama günlerdir aynı odada aynı havayı solumuştuk. Umarım ben yanılıyorumdur, ölmemiştir inşallah'' dedim sesli.

Çocuk, arkasına döndü ve bana baktı.Kirpikleri ıslaktı ve çenesine kadar iz bırakan bir akıntı vardı.

-Öldü , dedi sadece.

Bu benimle konuştuğu ilk kelimeydi.Benden en az 6 yaş büyüktü ama sesi benimki kadar inceydi.

-Üzüldüm, dedim.

-Keşke ben de ölseydim.Keşke, ben de...

Hıçkırarak ağlamaya başladı. Onu izlemekten ve üzüntüsünü paylaşmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu.

Ağlıyordu.Elinin tersiyle burnunu silerek ve gözlerini kırpmadan..Bu kadar içli bir ağlamaya ömrümün daha sonraki hiç bir anında rastladığımı anımsamıyorum.

Elif, elinde iki tabloid tabakla geldi. Selam vermedi ve hiç konuşmadı. Bu arada çocuk ağlamayı kesmişti ve başını yastığa koymuş tavana bakıyordu.

Tabloid tabakta sebze çorbası ve içine ekmek içi konulmuş süt vardı.

Hiç birimiz konuşmadık o akşam. Elif uzun bir süre odada kaldı. Bana çorbayı ve sütün yarısını içirebildi. Aslında hiç bir şey yemek istemiyordum .Ama diretirsem Elif üzülür diye istemeye istemeye yedim.Çocuk ise hiç bir şey yemek istemedi,yemedi de. Elif birkaç kere denedi, olmadı. Yanına oturdu , kaşığı kendi eliyle ağzına götürdü.Çocuk hiç duruşunu bozmadı. Gözleri hep tavanın bir noktasındaydı ve sessizdi.

Bu onu son görüşüm oldu. Yani uyanıkken ve canlıyken son görüşüm.

Gece olmak üzereydi veya geceydi. Bildiğim tek şey akşamın ilerleyen bir saati olduğu..Gözlerimi açtığımda görmüştüm. Önce bir hayal veya bir yanılgı gölgesi sandım. Ama gerçekti. Çocuk, çarşafı boğazına geçirmiş ve pencerenin üst demirine dolamıştı.Hemen yanında devrilmiş bir sandalye vardı. Başı sağ omzuna doğru kaymıştı.

Gözlerimi kapadım ve sesimin çıktığınca çığlık attım.Hem çığlık atıyor , hem de akşam içtiğim sebze çorbasını, ekmek içli sütü kusuyordum. İçimde şimdi bir değil yüzlerce , sürülerce serçe tek tek ölüyordu.

---

 

Aradan geçen her gün daha iyi olmaya başladım.Bedenimde artık bir 'hastalık' yoktu ama ruhum için bunu söyleyemezdim. Tüm hayatımı mahvedecek izlerle dolu , Türkiye'de geçen ilk yedi yılımın darbeleriyle yaralı ruhum...

Elif'le çok iyi anlaşmıştık. Zaten o günlerden bana kalan tek güzel şeydi.Hastaneden ayrıldığımız gün onun kucağına nasıl atıldığımı ve nasıl ağladığımı şu an gibi hatırlarım.Onu hep sevgiyle andım.Gülümseyen yüzünü ve bir meleğin ikonu gibi masum güzelliğini gittiğim hiç bir şehirde unutmadım. Benim için ''kız,kadın'' kelimeleri demek Elif demekti. Bana hastanede anlattığı hikayeler, masallar hep ezberimde kaldı. Ne yazık ki , biz babamla İsviçre'ye gittiğimizde ondan bir daha haber alamamıştık. Bunun sebebini de 18 yaşımda Türkiye'ye yeniden döndüğümde öğrenecektim.

Benim için Elif içimdeki Kötü'yü hep durduran bir güç oldu. Ne zaman sinirlensem ,öfkeme hakim olamasam beni durduran hissin Elif olduğuna inanırdım.

İçimde bir pişmanlık benle yaşadı ,sürdü ömrüm boyunca.. Elif, gülümserken çukurlaşan yanaklarına hep işaret parmaklarımı değdirmeyi isterdim. Derinleşen o çukuru parmaklarımla yoklamayı.Bunu hiç yapmadım ve içimde kaldı.

Ben hastanedeyken annem üç kere daha geldi. İkisinde uyanıktım ama hiç bir şey konuşmadık. Sadece gelirdi, yanımda biraz kalırdı ve giderdi. Elif gibi elimden tutmadı, ellerimi avuçlarında sıkmadı ve öpmedi.İlk ikisinde çok heyecanlanmıştım.Belki bana olan bu 'kötü şey' aramızda bir yakınlaşmaya sebep olacak diye beklemiştim. Beni kaybetmeye bu kadar yakın olması, gözünde değerimi hatırlatır diye beklemiştim. Hayır, hiç bir şey değişmedi. Hatta otelde konaklayan oğlunu ziyaret eder gibi geldi gitti. Üçüncüsünde de ben önemsemedim. Annemin geleceğini söylediklerinde içimde hiç bir kıpırtı olmadı.Gözlerimi kapadım ve uykumun gelmesi için dua etmiştim. Duam o gün kabul oldu. Basit dualar yaparsan kabul olur düşüncesi de o gün içimde yerini buldu. Belki de, hayattan hep azını almak ve azıyla yetinmek öyle başladı bende. 

ROJHAN BEKEN ( Yazar)
 
Mardinli, Eğitim Fakültesi Mezunu, İki Kürtçe Rock Albümü yaptı, şimdi roman yazmak derdinde.

'Serçe Katili ' adını verdiği ilk romanını yazmaya devam ediyor.
 
''Kanın tadını bir kere aldın mı hep ararsın o tadı , Yapışkan bir zehir gibi gözlerini maskeler;Kandan başka bir şey göremezsin.''
 
 
Bugün 3 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol