Dosya 5

-5-

 

İlk yedi yılımı yaşadığım ülke , olayları kontrol edemeyen bir hükümetin ağır bedelini ödüyordu.Radyo, sürekli 'anarşi' ve ölüm haberleri vermekten uğursuz bir ses kutusuna dönüşmüştü.Yurttan Sesler korosu, yerini sürekli ülkenin bir yerinde patlayan olayların özetine bırakmıştı.Annem daha radyoya yansımayan ,haberlerde yerini bulamayan onlarca olayın olduğunu ve sayısız ölümün olduğunu varsayıyordu.

Başbakan Süleyman Demirel, telkin edici konuşmalarında ' tek gücün devlet olduğunu , isterse milyonları anında harekete geçirebileceğini ' söylüyordu.Onun bilmediği ve benim o yaşımda bile bildiğim bir şey vardı ki ' devletin güç olmadığıydı', yani 'ortada dolaşan güçler her kimse o kesinlikle devlet değildi'.Muhalefet ise , hala karanlık ve umut vermeyen sloganların peşinde zavallı bir yıkıntıydı.Karşı tarafın 'anarşist' laflamalarına 'faşist' kelimesiyle karşılık veriliyordu. Yapılan tek şey buydu:Etiketler yapıştırarak ölenlerin kanından güçlerini sınamak.

Annem , o günlerde en komik olayın ise bir kitapla ilgili olduğunu söylerdi.Amerikalı esrar kaçakçısı BiliHayes, cezaevinden kaçtıktan sonra 'Geceyarısı Ekspresi ' isimli bir kitap yazmıştı.Kitapta Türkiye'de yapılan işkenceleri anlatarak aşağılayıcı propaganda yaptığı söyleniyordu. Ve Adalet Bakanlığı, bu adamın interpol tarafından yakalanıp iade edilmesi için çabalıyordu.

''Günde metrekareye bir cinayetin işlendiği ve tüm işkencelerin resmi dairelerde yapıldığı ülkenin haline bak. İçte yaşananları görmezden gelen bakanlık, kaçan bir esrarkeşin yazdıklarıyla zaman geçiriyor, yakalanması için enerji harcıyor,yazdıklarını da gurur kırıcı sayıyor' , diyordu annem .'Bu gerçekten komik, sanki cennet bir memlekette yaşıyor kendisi. Sanki Amerakilanın anlattıklarının bin katını yaşamıyor bu ülke.'' Sonra beni yetişkin yerine koyan bakışlarıyla beni süzerdi.Anladığımdan pek emin olmasa da devam ederdi:' Bunun tek bir sebebi var Ken, bir evde her zaman kavga olur, bu önemsenmez.Ama kavgayı komşu duydu mu, en ufak ayrıntılar büyütülür ve gurur meselesi yapılır. İşte şimdi o kitapla işkencenin bu ülkede var olduğunu söyledi ya adam, bizimkilerin dayanamadığı nokta bu.Yoksa anlatılan işkencenin en hassını kendileri yaptırır her dakika''

Annem bir de böyle bir huy kazanmıştı son günlerde. Kimseyle konuşamamanın ve fikirlerini paylaşamamanın verdiği sıkıntıyla benimle konuşuyordu. Karşısında sanki ben değil de, fikir tartışması yaptığı bir arkadaşı vardı. Her haberden sonra kendi kendine , bazen de bana yorumlar yapardı. Ve tüm bu seanslar aynı uyarıyla biterdi:

''-Sakın Ken, bunlardan hiç kimseye bahsetme, bunlar aramızda sır.''

-''Aramızda kalacak anne' diye güvence verirdim. Anlatılanlar kelimesi kelimesine hafızamın bir yerinde kalsa da kimseye söylemedim ve aramızdaki bu sır konuşmalar , hep aramızda kaldı.

Gündem eski başbakan Nihat Erim'in öldürülmesiyle yeni bir boyuta taşınmıştı. Bu cinayet,devrimcilere yapılan işkencelerin ve gözaltındaki ölümlerin intikamıydı.''Gün Sazak'tan sonra sıranın kendisine gelmesini bilmeliydi.Yapılan hiç bir şey unutulmuyor .''Annemim yorumu bu sefer kısa ve anlaşılırdı.Her grup , ölenlerin intikamını yeni bedenlerin kanlarını emerek almaya başlamışlardı.Bu olayın olduğu gün İstanbul'da yedi kişinin kanı , sacak temmuz toprağını ıslattı.Alnımdaki kesik izleri artık daha az görünüyordu. Gözlerimin altındaki mor torbalar da inmişti. 'Vurduğum serçe ' ve ' Polisin duvar dibinde adama yaptııkları ' her uykumda kabus olsa da , kötü değildim.Her şey yolunda sayılırdı.Hafta sonu babam da eve gelecek ve yeniden bir aile olacaktık.

Annemle tüm gün evde yalnız kalmak gerçekten yorucuydu. Hiç bir şeyi es geçmeyen annemin hemen her konuda bir fikri vardı ve söylemeden duramazdı.Açık unutulmuş bir radyo gibiydi. Ona verdiğim güven , gitikçe aleyhimde işlemeye başlamıştı. Daha küçücük bir çocukken güncemin bu kadar parçalanmış hayatlarla doldurulmasının yanlış olduğunu ona yıllar sonra anlatabilecektim.

O günlerde annemin arkadaşı iki kere daha ziyarete gelmişti. Onun geldiği saatlerde annem beni en arkadaki , sokağa bakan odaya kilitlerdi.O mesafeden bile bazen seslerinin yükseldiğini , bir bardağın hızla masaya indirildiğini duyardım. Buraya kapatıldığıma göre ne konuşulduğunu duymamam gerekiyordu ' Çocukların bilmemesi gereken bazı şeyler ' vardı.Annem,ilk ziyaretten sonra görüşmeyi , konuştukları odanın kapısını çarparak bitirmişti.Onların odası açıldığında annemin dağılmış sesiyle şunu söylediğini duymuştum:

''-Kerim Yoldaş'a aynen böyle söyle, kocamı ve çocuğumu feda mı etseydim.? Buna mecburdum.Yine de mühim şeyler değildi söylediklerim.çok az zarar görebileceğimiz bir bilgi sayesinde kocamı ve çocuğumu kurtardım.Ona aynen böyle söyle, afffedecektir.'

Diğer kadının suratını anahtar deliğinden görmüştüm. Kızarmış bir yüz ve asabi bir surat.Her an patlamaya hazır bir ifadeyle , topuz yaptığı saçlarından teller çekiyordu.Can yakıcı şeyler söylemek isteyen ama kıyamayan bir bir bakışı vardı.Her ne söylediyse , söylenmesi gerekenlerden az olduğu intibası uyandırdı bende.Sinirden titreyen elleri de dikkatimi çekmişti. Giderken anneme söyledikleri annemde tokat etkisi bıraktı:

'-Olur , aynen böyle söylerim. Ama senin yerinde olsam hayatımı bu kadar güvende saymazdım. Yoldaş, bize ihanet ettin ve bunu kabulleneceklerini pek sanmıyorum.''.

Sonraki ziyareti daha kısa sürmüştü. Ziyaretin sadece bir haber getirmek olduğunu anlamıştım. Çünkü odaya kilitlenmemle çıkarılmam bir olmuştu. Odadan çıktığımda kadın gitmişti.Annem ise bana boş boş bakıyordu. Şok geçirdiği belliydi.Bir süre bana , sonra boşluğa , sonra duvardaki İsviçreli Ressamın tablosuna baktı, sonra tekrar bana. Ve olduğu yerde yığıldı,kaldı. Bayılmıştı.Hemen salondaki dolapta bulunan kolonyayı getirdim ve bileklerini ovdum.Kolonyanın etkisinden midir bilinmez, beş dakika sonra kendine geldi.Bir süre ayıldığı yerden kalkmadı, başını ellerinin arasına aldı ve düşündü.Sonra hiç bir şey olmamış gibi normal yaşantısına devam etti. Radyoyu açtı, evde kalan malzemelerden yemek yapmaya başladı. Neler konuştuklarını sormadım, o da anlatmadı.

Akşamdı.Yemekten sonra annem karanlıkta mumun aydınlattığı daracık alanda kitap okuyordu.Che Guevara isimli bir adamın savaş anılarıydı. Kapakta karakalem çizimi karizmatik bir adam vardı. Daha önce salondaki kitaplık raflarında durmasında sorun yokken bir süredir bir çok kitapla birlikte banyoda kullanılmayan tuvaletin klozet kapağı altında bir poşet içinde yerini almıştı.Kırılmış kasetlerden arta kalanlar birlikte. Polislerin evimize geldiği ve babamla beni aldığı günün bir kaç gün öncesinde evde bir temizlik telaşı başlamıştı.Kitaplar salona yığılmıştı. Onlarca kitabı parçalara ayırdılar , bir çuvala parçalarını doldurdular.Sıra kasetlere gelmişti. Annem Kürtçe kasetleri bir çekiç yardımıyla kırmıştı. Bunu yaparken 'Kahretsin.Lanet olsun onlara ' diye bilmediğim birilerine öfkesini kusuyordu.Babam da arada bir dinlediği Zülfü Livaneli kasetlerini aynı şekilde parçalayıp çuvala atmıştı.Çok duygusal bir andı o. Bir çocuğu boğazlar gibi acı çekiyorlardı bunu yaptıklarında. Annem en çok kasetleri kırarken ağlamıştı.''Bunları bulana kadar canım çıkmıştı '' diye söyleniyordu. Sadece üstünde Şivan Perwer yazan iki kaseti kıramadı.Ve o kasetler bir kaç kitapla birlikte işte klozetin kapağı altında saklanmıştı.''Buraya bakmak kimsenin aklına gelmez ' demişti annem.Babam kıkırdayınca da 'Bokumuzu da arayacak halleri yok ya '' diye üstelemişti.

Gecenin bir yarısı babam çuvalı bahçedeki kulübenin içinde gizlice yakmıştı. Dört katlı binanın en üst katında oturuyorduk ve kitaplardan tüten yanık kokusu balkonumuza kadar gelmişti. Annem balkonda o kokuyu içine çekmiş 'Bu yaptığımız affedilemez, kitap ve kaset yakmak..Bu günleri de yaşadık..'' demişti.

Annem bir ara başını kitaptan kaldırdı.Kapaktaki resme daldığımı gördü. Buruk bir gülümseme yüzünden geçti, dondu:

-'Bir devrimci hikayesi, dedi .Bir kahraman'

-Devrimci ne?

Anlatılması kolay bir kelime değildi.Hele hele benim yaşımdaki birine hiç..Sustu, derin bir iç çekti.

-İyi mi, kötü mü ? diye üsteledim , anlatması için.

-Bu kimin iyi olup olmadığıan göre değişir.İnsanların eşit ve adaletli yaşamasını isteyen biriysen iyi olduğunu söyleyebilirim , dedi.

Yüzünü tam kitaba eğmişti ki aklına yeni gelmiş gibi ani bir hareketle yüzüme baktı:

-Her yeri aramışlardı , ama her yeri değil mi?

-Kimler?

-Canım hani gelmişlerdi ya, babanla seni aldıkları gün işte. Sanırım sen o anda uyanıktın.

İlk defa o gün olanlarla ilgili konu açılmıştı. Aklıma bir anda bir yığın resim , haykırış, işkence izleri, adama yapılanlar ve bir ölü serçe hücum etti.-Kahretsin, ölü serçenin o günle bir alakası yoktu ki, neden hep en başta yerini alıyordu.-

-Ama klozetin içine bakmayı akıl edemediler , dedi gözlerini bana dikerek.O kadar zeki değiller.

Kitabı okşadığının farkında mıydı?Bakımlı elleri kitabın sayfalarında bir kediyi okşar gibi dolaşıyordu.

-Ken, biz bunlardan bir sürü yaktık. Düşün, kitap idamlık suç şimdi.Bölücü ve yıkıcı..Ah ,Ken.Seni bu ülkede doğurmak hiç akıllıca değildi.

Kalktı, teybe Şivan Perwer'in o bitmek bilmeyen ağıtlarından oluşan kasetlerinden birini koydu.

-Madem , idamlık suç işlemeyi göze alıp bunları sakladık dedi koltuğa yığılırken.Bari değsin buna, dinleyelim.

Kapının ziliyle irkildik. Beklediğimiz birileri yoktu.Yakın zamana kadar evimizden çıkmayan komşular bile polisler evimize baskın yaptıktan sonra görünmez olmuşlardı. Herkes kendini bir şekilde korumanın derdindeydi.Ve en iyi korunma ' sakıncalılarla hatta yapabilirsen hiç kimseyle konuşmama'ydı.

Alt katımızda oturan Zerrin Teyze , akşam annem okuldan geldikten hemen sonra bize gelir ve geç saatlere kadar otururdu. Annem için 'Kızım olsa bu kadar severdim ancak ' derdi.Annem de ona saygı gösterir , bazen işlerini aksatma pahasına bile olsa onu kırmazdı.Sürekli yalnızlıktan yakınan Zerrin Teyze'nin şimdi yalnızlığı sevmeye başlaması ilginçti doğrusu.Henüz bana bir geçmiş olsun dememesine alındığımı saklayamam.

En alt katta oturan Öğretmen emeklisi Fatma Teyze ise beni en çok hayal kırıklığına uğratan komşumuzdu.Annemle ömrümden fazla arkadaşlıkları vardı. Ben henüz doğmamışken aynı okulda çalışmaya başlamışlardı.Gözlerinin iyi görmemesi ve sulanmasını gerekçe göstererek tüm ders planlarını anneme yazdırırdı.Annem yazarken , o da benimle ilgilenir , oyunlar oynardı.Onun okuldaki hallerini zihnimde canlandırır ,kıkırdardım.Tombul vücudunun sıralar arasında dolaşırken sıraların sağa sola itildiğini aklımda kurgular sonra kahkahaları basardım.Hep aynı yakınma dökülürdü sesinden:''Çocuklar çok değişti, nerde bizim zamanımızdaki okullar?Şimdi kafataslarını açıp yerleştirsen bile almıyor kafaları.Haylazlıktan başka bildikleri yok.'' Sesi, sıkılmış bir boğazdan kurtulmuş gibi panik ve parçalıydı.Kastamonu şivesiyle konuştuğundan söylediklerinin yarsını da anlamazdım. Bir de okuldan kalan bir alışkanlığı vardı. Ne söylerse söylesin , hemen sonrasında soruyu yapıştırırdı:'Öyle mi, değil mi?' Öyle olup olmadığına karar verebilmem için onu anlamam gerekiyordu ve ben bunun için ağzının kıvrımlarına bile dikkat ederdim. O da bunu garipser ve anneme döner 'Kız Selma, senin şu oğlan bazen çok aptal bakıyor ' derdi.Biz annemle kahkahaları basardık.Bir önceki yıl emekliye ayrıldığında annem planlarını yazmaktan kurtulmuştu.Fakat boş vakitleri çoğalınca bizde kaldığı vakitler de çoğalmıştı.

Şimdi o da görüşmeyi kesenlerdendi.Biz annemle hastaneden dönerken binaya girdiğimizde merak dolu bakışlarla hemen girişteki evinin kapısını hafifçe aralamış ve sonra kapıyı hemen itmişti.Bir daha da görmedim.

Zil bir daha çaldı.Annem yüzüme baktı.

''Kim olabilir ki?' diye fısıldadı.Sonra hemen kaseti teypten çıkardı , az önce okuduğu kitapla birlikte poşete koydu ve hemen klozete koştu.Sakıncalı ve suç içeren şeyler ortadan kalktığına göre az buçuk rahat olabilirdi.Yanıma geldi ve kulağıma şunu dedi:

''İçeri alabileceğimiz biriyse alacağımız. Fakat bu her kim olursa olsun asla konuşmak yok. Hiç bir şey ve hiç bir konuda. Anladın mı?'

''-Anladım, konuşmayacağım ve bir şey demeyeceğim' dedim. Kendimle saklanan kitap ve kasetler arasında bir benzerlik kurmaya başlamıştım. Onlar görüldüğünde sakıncalıydı, ben konuştuğumda..

Kapının deliğinden baktı, ayak uçlarına basarak. Koridor loşluğunda gördüğü yüz , rahatlamasına yol açtı.Hemen sürgüyü çekti ve kapıyı açtı.

Gelen Zeynep Teyze ve benden bir yaş küçük kızı Suna'ydı.Kapıda sarıldılar , uzun yıllar görüşmemiş gibi hasretle kucaklaştılar. Suna'yı görmek ise kalbimin güm güm atmasına yetmişti zaten.Annem bana dönüp dürtünce ve 'Hoş geldin desene oğlum 'deyince kendimi toparladım. Yüzüme bakmamış olduklarını umdum.Baktılarsa pancar gibi kırmızı bir surat görmeleri hoş olmayacaktı.

Zeynep Teyze , annemle aynı okulda öğretmendi.Bildiğim kadarıyla bir subayla evliydi.-Suna bir ara babasının yüzbaşı olduğunu söylemişti.Daha bana küsmediği zamanların birinde-.Güneş yanığıydı yüzü ve parlak bir cildi vardı.Kat kat ruj sürülmüş dudakları , her an bir balonu şişirmeye hazır gibi 'o ' harfi duruşunda beklerdi.Amerikan filmlerdeki içki içen kadın barmenlerdeki dudaklar gibi..Tasmayı andıran küpelerinin sağa sola sallanması bir çeşit sirk gösterisi gibiydi.Bir alev topunun ortasına konan bir çember ve içinden atlamaya zorlanan bir aslan. Küpeler ne zaman sallansa bir aslanın varlığını arardı gözlerim:Gösteri tamamlansın diye.Kömür karası uzun saçlarını beline kadar sarkıtır ve kalça ile bel bitişiğinde uçları toplanırdı.Güzel bir kadın olduğuna kuşku yoktu.Belki biraz makyajını azaltması gerekiyordu, o kadar.

-Hoş geldiniz , dedim sadece konuşma yasağımı hatırlayarak.

Eğildi ve beni öptü. Burnumu parfüm kutusuna batırmış gibi oldum. Yüzümü hemen geri çektim.Suna'yı işaret ederek :

- Beraber oynayın salonda , dedi.

Ve hemen ardından uyarıyı ihmal etmeyerek:

''-Ama daha önce yaptığın o şeyi yaparsan bu sefer seni tokatlamasına izin vereceğim.''

Utancımdan kıpkırmızı olduğumu biliyordum ve başımı omuzlarımın arasına gömdüm. Neyse ki geçmiş olsun diyerek az önecki konunun eskimesini sağladı ve bir parça rahatladım.

- Bir daha öperse dudağını kopartırım , diyerek daha fenasını yaptı Suna.

Odama koştum ve kapıyı arkadan kilitledim.Sırtımı kapıya dayayarak kabimin atışlarının sakinleşmesini bekledim.Annesine yüz olarak hiç de benzemeyen Suna, açıksözlülükte annesini aratmıyodu.Gözlerimi kapadım , hayallerime daldım:Suna'nın uzun kumral saçları vardı ve kocaman ela gözleri beyaz teninin ortasında pırıl pırıldı.Dolgun dudakları böğürtlen ezmesi rengindeydi.Gülümsediğinde beni büyüleyen bir havası oluyordu. Bütün kış boyunca sağanak yağmurların vurduğu camda hayal düşünürdüm. Gördüğüm son hallerini camdaki yansımada canlandırır ve -Tanrı beni afftesin- öper öperdim.Amerikan filmlerdeki Erkeğin kadını öptüğü gibi...

-Ken, dedi annemin sesi, kapıyı tıklayarak.Ken , yaptığın çok çocukça..

Hemen yanında olduğunu anladığım Suna özür diledi.Kalbimin birden sapandan fırlatılmış bir taş kadar şiddetle göğüs kemiklerime çarptığını hissetmeye başladım.Biri çivi uçlu parmaklarını sanki göğsüme batırmış , içinden bir şey sökmeye çalışıyordu. Bu şımarık ve değer bilmez kızı gördüğümde bana neler olduğunu anlayamıyordum.Kapının öte yanında olsa bile bana yakın olması rüzgarda sallanan yaprak gibi titretiyordu beni.

-Ken, özür dilerim.

Yavaşça kapıyı açtım, onunla burun buruna geldim. İçimden -daha önce yaptığım gibi- onu kendime çekip nefesini kesene kadar öpmek geldi.Ama bu sefer alçalmayı ve yüzüme tükürülmeyi göze alamadım.Yanağına değen burnumu geri çektim. Elini ağzına kapatıp kıkırdadı.Farkındaydı. Beni nasıl mahvettiğinin, ona karşı nasıl zayıf olduğumun...Ah, yeryüzünde bana merhametten en son sözedecek olan kişi bir kız olmalı, gibi gelir.Onlar doğarken içlerinde yaratılıştan var olan ve büyüdükçe hep fazlalaşan ''Acı vermekten zevk alma''.

Bu sefer ona bu fırsatı vermedim. Yanından geçtim , babamın çalışma odasında bir sandalyede oturdum. Kulağım o an bir tıkırtı duymak için nasıl da can atıyordu. İki küçük ayağın bana gelirken çıkartacağı bir tıkırtı.Gelmedi. Büyük ihtimalle o şimdi odamdaydı ve henüz okuma bilmediği için resimli bir kitabımı inceliyordu.

Annemle Zeynep Teyze'nin daha önceki görüşmelerinde eksik olamayan kahkahaları nedense bu sefer duyulmuyordu.Fısır fısır konuşmalarından ciddi konular konuştuklarını anladım.Babamın çalışma odası, onların hemen bitişiğindeki odaydı ve büyük ihtimalle ordaki varlığımı unutmuşlardı.Sehpanın üzerinde duran boş su bardağını aldım ve ağız kısmını bitişik duvara dayadım. Bardağın altını da sıkıca kulağıma yapıştırdım. Evet, şimdi seslerini daha iyi ve anlaşılır duyuyordum.

-Ah, bizimki yüzbaşı olmasa vala dışarı adım atamazdım, dedi Zeynep Teyze.Ama senin başına gelenlere üzüldüm.Yine de benden bir şeyler sakladığını düşünüyorum hala...

-Yok yok hepsi bu kadardı, dedi annem güvensiz bir sesle.Biri yanlış ihbarda bulunmuş ve tabi bizimki onları karşısında görünce şaşırmış, eve almamış.İşte.. Yani..Ufak birkaç şey..

-E Ken?Kocana olanı anladım da zavallı Küçük çocuk..Onun bu işte kabahati ne ki?Zavallıcık, hala gözlerinin altı mor.

Sessizlik..Annem büyük ihtimalle yalan uydurmakta zorlandı.Onu dert etmemin boşuna olduğunu az sonra anladım. Zira söylediğini ben kırk yıl düşünsem akıl edemezdim.

-Babası işte kapışınca memurlarla...Bilirsin bizimkini işte.. Ken de , o arada merdivenlerden yuvarlanmış..Kafa beton zemine çarpmış ve galiba şeyy. Galiba yüzünü de ..

-Ah zavallıcık!Aman neyse , buna da şükür..Üzüldüm , ama kırıldım şekerim , biz ne güne duruyoruz.Bilirisn bize sokak yasağı falan sökmez.

-Ya bu günler sıradan günler değil Zeynepçim, Herkes ortadan kayboluyor.Güvendiğin, sırtını dayamayı düşündüğün herkes..

-Herkes mi, diye annemin lafını kesti Zeynep Teyze.Bak buna kırıldım işte..Biz herkes miyiz?Hah kalkmadan söyleyim, yarın seninkini hastaneden biz alırız ..Yani Selim'le beraber.Yoksa Allah korusun kalır hastanede..Biliyorsun taksiler bu aralar çalışmıyor. Malum can korkusu işte..

Annem başıyla onaylamış olmalı ki bir ses gelmedi.

-Ah , geç kaldık. Selim bizi almaya gelmiş olmalı.Biz kalkalım artık

Ayağa kalktıklarını ve kapıya yöneldiklerini farkettiğimde hemen odadan fırladım ve odama koştum..

Suna , tahmin ettiğim gibi bir masal kitabımı karıştırıyordu.

-Sen şimdi okuyabiliyor musun gerçekten bu çizgileri.

Bu çok hoşuma gitmişti. Onun yapamadığı bir şeyi yapabilmek ...Kendimle guru duydum o an.Sesinde bana olan hayranlığını da gizlemedi ayrıca. Gülümsedim.

-Evet, ama onlar çizgi değil , yazı..İstersen sana bir masal okuyabilirim.

Sevinçle el çırptı..Hemen başını yastığıma koydu ve uzandı.Bu galiba onun masal dinleme pozisyonuydu .

Başı şimdi benim yastığımda. Uzun kumral saçları yastığımın köşelerini çerçevelemişti.

-E hadi, okusana..

Hay aksi.O anda annesi onu çağırdı.İçimde bir nehir kurudu sanki..Yanımdan geçerken kolları bedenime sürtündü.Ve bir an yüzüme bakmak için durdu.Pespembeydi yanakları..Kızarmaya meyilli ve heyecan damarları şişmiş..Koşarak çıktı odadan. Gözlerim, başının yastığımda bıraktığı çukura, bedeninin yatağımda bıraktığı çarşaf kırıklıklarına kaydı.Sıcak bir şey ayak uçlarımdan başıma kadar tüm damarlarımda dolaştı durdu.

-Ken, Zeynep Teyze'n gidiyor.Uğurlamayacak mısın?

-Geliyorum anne.

Suna ayakkabılarını giymiş ve birkaç basamak aşağıda duruyordu. Zeynep Teyze, beni aniden kucaklayınca ürperdim.Yanaklarıma kocaman bir öpücük kondurdu .Saçlarımı prmaklarıyla sıvazladı.Ve anneme döndü:

-Yarın , biz gelene kadar mutlaka bekle. Beraber almaya gideriz, dedi.

Annem başıyla onayladı.Aşağıda onu bekleyen Selim Amca'yı gördüm.Anneme 'İyi günler' diledi.

İçimde hayattan umutlu olmamı öğütleyen sesler duydum.Beni kabuslara iten o sesin en azından bugün susmuş olması iyi bir şeydi.'Kötü olmayı seçtiğimi ' söyleyen o tuhaf ses...Bence hayat güzeldi.

 

ROJHAN BEKEN ( Yazar)
 
Mardinli, Eğitim Fakültesi Mezunu, İki Kürtçe Rock Albümü yaptı, şimdi roman yazmak derdinde.

'Serçe Katili ' adını verdiği ilk romanını yazmaya devam ediyor.
 
''Kanın tadını bir kere aldın mı hep ararsın o tadı , Yapışkan bir zehir gibi gözlerini maskeler;Kandan başka bir şey göremezsin.''
 
 
Bugün 8 ziyaretçi (18 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol